27 Ocak 2014 Pazartesi

MASKENİN ARDINDA: KORKU TÜRÜNÜN TAÇSIZ KRALLARI - EMRE KARA

İyi korku filmi demek, iyi yazılmış ve oynanmış korku unsuru karakter de demektir. Bu karakterler ise kimi filmlerde hayli ünlü oyuncular tarafından canlandırılsalar da genelde pek tanınmamış oyuncular tarafından canlandırılırlar, ya da şöyle bir şey olur: Bu oyuncular, o karakterleri canlandırdıktan sonra ünlü hale gelirler ve bu yüzden de hep canlandırdıkları o karakterlerle anılırlar, yani yine karakter oyuncunun önüne geçer. Zaten bu filmlerin çoğunda bu oyuncular ya bir maske takmışlardır, ya ağır makyajlarla yüzleri tanınmaz hale getirilmiştir, ama bütün bunların ardında bir oyunculuk yeteneğine ihtiyaç duyulmadığını sanıyorsanız, hemen terk edin bu blogu! :) Korku karakteri olmak, sadece cinayetler işleyen, kan akıtan bir konu mankeni olmak değildir. Bu adamlar mimikleriyle, beden dilleriyle, bazen iç gıcıklayıcı sesleriyle aslında tam bir oyunculuk gösterisinde bulunmaktadırlar, canlandırdıkları karakterler kendilerinden daha çok tanınsa da ve onlar adları pek bilinmeyen anonim kahramanlar olarak kalmayı kabul etmek gibi müthiş bir fedakarlık göstermiş olsalar bile...

İşte bugün bu isimlerden bir koleksiyon yapmaya karar verdim, oyuncuların yaşlarına göre sıralanmış bir listeyle sizleri başbaşa bırakıyorum.

MAX SCHRECK (1879-1936)
Kendisi Berlin doğumlu ve önceleri sahnede rol aldı, sonra meşhur yönetmen F.W. Murnau tarafından keşfedildi ve bu sayede Dracula'nın ilk sinema uyarlamasında vampir karakteri oynama şansına kavuştu. Bu karakterle ölümsüzleşti. Schreck'in vampir rolünde bu kadar başarılı oluşunun sebebi olarak, kendisinin gerçek hayatta da bir vampir olduğu yönünde ilginç bir iddia da var ve hatta bu iddia, 2000 yapımı "Shadow of the Vampire" adlı filmde işleniyor, filmde Max Schreck'i Willem Dafoe, F.W. Muranu'yu ise John Malkovich canlandırıyor. Schreck, 57 yaşındayken kalp krizinden öldü. Bu arada soyadı "Schreck" Almanca'da "korku" anlamına geliyor.


1922 yapımı "Nosferatu" adlı filmde Max Schreck ve yanda da kendisinin normal görünümü. Normal görünümü de biraz ürkütücü, öyle değil mi? :)

BELA LUGOSI (1882-1956)
Macar asıllı aktör, kendi ülkesinde başarılı bir sahne oyuncusuydu ve 38 yaşında New York’a geldi. 1931’de rol aldığı “Dracula” filmindeki Kont Dracula rolüyle üne kavuştu. Yönetmen Tod Browning bu rolde aslında Lon Chaney’yi oynatacaktı ama Chaney 1930’da ölünce rol Lugosi’ye gitti. Lugosi bu rolü o kadar çok istiyordu ki çok düşük bir ücrete razı oldu. Bu rolle o kadar ünlü oldu ki kadın hayranlardan, Clark Gable’ın bile aldığından daha çok mektup aldı. Ancak Lugosi sonraları yanlış rol seçimleri yüzünden basit, saçma ya da kendisini tek tipleştirici rollerde oynamaya başladı ve bu yüzden kariyeri düşüşe geçti. Sonunda, “tüm zamanların en kötü yönetmeni” şeklinde bir şöhrete sahip olan Ed Wood’un filmlerinde rol almaya başladı. Hatta bu ikilinin film maceralarını anlatan muhteşem bir film de vardır “Ed Wood” diye, Tim Burton tarafından yönetilmiş olan. (Bu filmde Ed Wood’u canlandıran Johnny Depp, daha sonra Bela Lugosi’nin Los Angeles’taki evini de satın almış.) Lugosi’nin sonraki yılları madde bağımlılığıyla ve fakirlikle geçti maalesef. Hollywood, bu müthiş yeteneği harcamıştı… Öldüğünde, vasiyeti üzerine, Dracula kostümüyle (pelerin falan tastamam) gömüldü. Öldüğünde öylesine fakirdi ki cenaze masrafları Frank Sinatra tarafından ödendi…

Bazı Sözleri:
“Sanırım yalnız bir kurt olduğumu söyleyebilirim. İnsanları hiç sevmiyorum demiyorum ama, doğru konuşmak gerekirse, yalnızca kalplerinin ve zihinlerinin derinliklerine bakabilme şansım olduğunda seviyorum.”
“Hollywood’daki her yapımcı beni tek tipleştirdi. Bu hem komiğime gidiyor, hem de beni hayal kırıklığına uğratıyordu.”
“Doğaüstü rolleri bırakıp yalnızca ilginç, gerçekçi bir karakteri canlandırmak isterdim.”
“Her aktörün en büyük amacı, sonsuza dek onunla hatırlanacağı, kendisine ait belirgin ve orijinal bir karakter yaratmaktır. Benim durumumda bu karakter Dracula idi.”
“Hiçbir rol, Dracula rolünün bana yaptığı kadar, bir aktörü etkilememiş ya da domine etmemiştir. Dracula bazen beni çılgınca zenginleştirdi, bazen de her şeyden yoksun bıraktı.”
“Dracula’yı oynamak hem geçim kaynağım, hem de lanetim. Dracula’nın laneti.”
“Dracula’nın elde ettiği milyonların yüzde biri bende olsaydı, bugün burada olmazdım.”


Dracula rolünde Bela Lugosi ve normal Bela Lugosi. Ne karizmatik bir adam, esrarlı ve tekinsiz gözleriyle.

LON CHANEY (1883-1930)
Kendisine "binbir yüzlü adam" denmektedir, oynadığı filmlerde yüzünün aldığı farklı farklı şekillerden ötürü. Kendisi sağır-dilsiz anne-babanın çocuğu olduğu için farklılıklara özel bir ilgisi vardır zaten. Sessiz filmlerde rol aldığı için yüzü ve o yüzüyle yaptığı muhteşem mimikler daha da bir ön plana çıkmaktadır. Gözlerden uzak ve gösterişsiz bir hayatı seçtiği için Holivud medyası tarafından zaman zaman "tuhaf, asosyal" olarak nitelense de onu yakından tanıyanlar kendisini muhteşem bir insan, eş, baba olarak tanımlamışlardır. Çok genç bir yaşta, 47 yaşında, akciğer kanserinden ölmüştür ama kendi yerine geçecek bir oğul bırakmıştır korku janrına: Lon Chaney Jr. Ayrıca kendisinin hayat öyküsünü anlatan "Man of a Thousand Faces" adlı bir film de yapılmıştır 1957 yılında, ölümünden 27 yıl sonra. Chaney'yi de James Cagney canlandırmıştır.

Bazı Sözleri:
"Filmlerin dışında Lon Chaney diye biri yoktur."
"Bütün kariyerim, insanların beni tanımamasına çalışmaya adanmıştır."
"İnsanlara, insanlığın en alt düzeyinde yer alan bireylerin, en üst düzey fedakarlık kapasitesine sahip olabileceklerini hatırlatmak istedim."


1923 yapımı "The Hunchback of Notre Dame" filminde Lon Chaney (solda) ve Lon Chaney'nin normal görünümü. Kendisi gayet karizmatik bir adam bence. :) Chaney bu filmden iyi para kazandı ama film için kendisine yapılan makyaj gözlerini olumsuz etkiledi ve hayatının geri kalanında kalın gözlükler takmak zorunda kaldı.


















Burada da 1925 yapımı "The Phantom of the Opera" filminde görmekteyiz kendisini. Yine Chaney'nin normal görünümünü yana koydum ki filmlerde geçirdiği şaşırtıcı değişimi net görebilesiniz. Filmin yönetmeni, senaryoyu okur okumaz "Bu film Lon Chaney'siz yapılamaz." demiş. Chaney filmde kendi makyajını kendisi yapmış, bu konuda tam bir usta. Bu görünümü, filmin ilk gösteriminde bazı insanların bayılmasına bile yol açmış.

BORIS KARLOFF (1887-1969)
Korku sinemasının en tanınmış yüzlerinden Karloff Londra doğumlu. Diplomatik bir kariyer sunabilecek bir eğitim aldı ama gezici bir tiyatro ekibine katılmayı seçti, 10 yıl kadar bir süreden sonra yolu Hollywood’a düştü. Film oyunculuğu kariyerinin başında aynı zamanda kamyon şoförü olarak da çalışıyordu ki geçinebilsin. Sonra 1931 yapımı meşhur ilk “Frankenstein” filmi geldi. Bu filmde oynadığında 44 yaşındaydı, üne kavuşmak için biraz geç bir yaş, değil mi? Aslında bu filmden önce 80 filmde rol almıştı ama gerçek tanınış bu filmle geldi tabi ki. Hatta bu ilk Frankenstein filmi çekildiğinde Karloff o kadar öenmsiz görülüyordu ki barolünü oynadığı filmin galasına bile davet edilmedi! Karloff’un bu filmdeki yüzünü hiç görmemiş biri az bulunur sanırım. Filmin jenerik bölümünde Karloff’un adı bile yazmıyordu, onun yerine koca bir “?” vardı, bu da kendisiyle ilgili gizemi iyice artıran hoş bir stüdyo hamlesi oldu. Sonrasında Karloff aldı yürüdü, korku türünde ya da bu tür dışında başka filmlerde birçok farklı rolde yer aldı. Frankenstein’ın canavarı rolünü, “Bride of Frankenstein” (1935) ve “Son of Frankenstein” (1939) adlı filmlerde yeniden oynadı. Bu son Frankenstein filminin çekimlerinde 51. Doğum gününü kutladı ama bu gün aynı zamanda kızının da doğduğu gün oldu! Karloff setten yüzünde makyaj üstündem kostümle hastaneye koştu sevinçten! :) 50’lerde B sınıfı filmlerde rol almış olsa da 60’larda kariyeri yeniden canlandı ve bazı önemli filmlerde yeni unutulmaz performanslar sergiledi. Canlandırdığı korkunç ve zalim karakterlerin aksine gerçek hayatta sevgi dolu, kültürlü, sakin, kitap okumayı seven, dost canlısı, özellikle çocukları çok seven, tam bir beyefendi olarak tanınırdı. 82 yaşındayken hayatını kaybetti.
Bu arada inanılanın aksine kendisi ile Bela Lugosi arasında nefretli bir rekabet yoktu. İkisi de aynı dönemde korku türünün büyük isimleriydi ve bazen bazı roller için ikisi de aday oldular ancak ekran dışında pek bir muhabbetleri yoktu. Frankenstein’ın canavarı rolünü de önce Lugosi alacak gibi olmuş ama deneme çekimlerinde beğenilmemiş ve rol Karloff’a gitmiş.

Bazı Sözleri:
(Frankenstein’ın canavarı ile ilgi) “Benim sevgili yaşlı canavarım. Her şeyimi ona borçluyum. O benim en iyi dostum.”
(80 yaşındayken) “İnsanlığın, yaptığı işi gerçekten seven o küçük bölümünün bir parçasıyım. İşimi sevmeseydim, devam etmezdim.”
“Oynadığım rollerin amacı midenizi bulandırmak değil saçlarınızı havaya kaldırmaktır.”
“Evet, tek tip bir oyuncu oldum. Ama tek tip nedir? Bu bir imajdır, halkın seni tanımasının yoludur. Bütün aktörlerin amaçladıkları da bu değil midir zaten? Ben bunu tek bir rolle elde ettim. Gerçekten şanslıydım.”



















Frankenstein rolünde Boris Karloff ve normal Boris Karloff.


















1932 yapımı "The Mummy" filminde mumya Imhotep rolünde Boris Karloff.


















Yine 1932 yapımı "The Old Dark House" adlı filmde tuhaf Femm ailesinin tuhaf hizmetçisi Morgan'ı canlandıran Boris Karloff, yarabbim şu ürperticiliğe bak.

LON CHANEY JR. (1906-1973)
Kariyeri babasınınkine benzeyen Chaney Jr., genç yaşta makyaj çalıştı, tiyatro sahnesine çıktı, babasının ölümünden sonra ise sinemaya geçiş yaptı. Asıl adı "Creighton Chaney" idi ama kurnaz yapımcılar daha çok dikkat çekmesi adına ona "Lon Chaney Jr." adını daha uygun gördüler. (Kendisi daha sonra, bu sonradan verilmiş addan hiç hoşlanmayacaktı. Yine de bu yeni isim kariyerinde yardımcı olmadı değil.) Kendisi Steinbeck'in "Of Mice and Men"inin sinema adaptasyonunda Lennie rolünü oynadıktan sonra (Bu favori rolü olarak kalmış ve ilerde alkolikleştiğinde, sarhoş olduğu zamanlarda bu filmden repliklerini söylermiş hep.), Universal stüdyosu hem korku janrını hem de babasının anısını canlandırmak adına Lon Chaney Jr.'ı "The Wolf Man" adlı filmde oynattı. Bu filmden sonra Chaney Jr. ünlendi ama istese de babasının ününü geçemedi. Babası zamanında "Başarılı bir kariyer için fazla uzun boylusun." demiş ona (1.88 m), sebebi bu olabilir mi acaba? Sonralarında B sınıfı korku filmlerinde rol aldı, alkol sorunları yaşadı, karaciğer problemlerinden ötürü 67 yaşında öldü, ölüm günü de 13. cuma idi!

Bazı Sözleri:
"Babam filmlerde oynadığımı ve adımın da Creighton Chaney olarak yazılmadığını bilseydi dehşete düşerdi."
"Lon Chaney isminden gurur duyuyorum ama Lon Chaney Jr. ismini sevmiyorum. Bu ismi almayı kabul etmem için beni aç bıraktılar."
"Bana göre hiçbir şey korkudan daha doğal değildir."
"En iyi canavarların hepsi sempati için oynadılar. Bu bama için, Boris Karloff için, kendim için ve diğerleri için de geçerli. Hepsi de seyircinin sempatisini kazandılar. Kurt Adam bütün o kötü şeyleri yapmak istemedi. Tüm bunlara zorlandı."


















1941 yapımı "The Wolf Man" filminde bir kurt adam olarak izlediğimiz Lon Chaney Jr. ve kendisinin normal görünümü.

TIM CURRY (1946-)
Kendisi İngiliz ve Cambridge ile Birmingham üniversitelerinde drama ve İngilizce üzerine eğitim gördü. En ünlü iki rolünden biri 1975 yapımı “The Rocky Horror Picture Show”daki tuhaf bilim adamı Dr. Frank-N-Furter, diğeri de Stephen King’in ünlü korku romanından uyarlanan 1990 yapımı iki bölümlük bir TV mini dizisi olan “It”teki Pennywise adlı lanetli, korkunç palyaço. Curry aynı zamanda bir besteci, şarkıcı ve seslendirmeci de.

Bir Sözü:
“Ben tipik bir başrol oyuncusu değilim ve böyle bir isteğim de yok.”


















"It"te korkunç palyaço rolünde Tim Curry ve normal Tim Curry.

GUNNAR HANSEN (1947-)
Kendisi İzlanda doğumlu ama 5 yaşındayken Amerika’ya taşınmış ailesiyle. Çocukluğu ve gençliği Teksas’ta geçmiş. Teksas Üniversitesi’nde lisans ve master yapmış. 27 yaşındayken yönetmen Tobe Hooper’ın Teksas’a geldiğini duydu ve hemen onla görüşerek Teksas’ta geçen bir vahşet öyküsünü anlatan “The Texas Chainsaw Massacre” (1974) adlı filmde cani Leatherface rolünü almayı başardı ve bu rolle izleyenlerin yüreklerine korku saldı. Bu rol için, daha önce hiç kesmediği ve sonrasında da hiç kesmeyeceği sakallarını bile kesti. Filmden aldığı ücretse yalnızca 800 dolardı. Sonrasında editörlük, dergi/senaryo/kitap yazarlığı filan yaptı. “The Texas Chainsaw Massacre”ın yeniden çevrimlerinde rol almayı reddetti, çünkü bu filmin yeniden çevrilmesini bir hakaret olarak görüyordu.


















"The Texas Chainsaw Massacre" filminde Leatherface rolünde Gunnar Hansen, tırstım lan. :S O değil de amcanın normal hali çok karizma, kültürlü ve bilge biri izlenimi veriyor.

ROBERT ENGLUND (1947-)
Englund 70’lerde oyunculuğa başladı ve düşük bütçeli korku filmlerinde rol aldı. Üne kavuşması, 1984 yapımı Wes Craven yönetimindeki “A Nightmare on Elm Street” ile gerçekleşti. Bu filmde oynadığı kırmızı yeşil çizgili kazaklı, bıçaktan parmaklara sahip, fötr şapkalı ve yanmış yüzlü Freddy Krueger rolü ile korku sinemasının en ünlü, en karizmatik ve etkileyici karakterlerinden birine hayat vermiş oldu. Bu film o kadar başarılı oldu ki 7 devam filmi getirdi ve bunların hepsinde Englund, Freddy Krueger karakterini canlandırdı. En son filmde Freddy, 13. Cuma’nın katili Jason ile karşı karşıya geliyordu. Englund 1989’da korku türüne dahil edilebilecek bir “The Phantom of the Opera” uyarlamasında rol aldı. Bir başka ünlü korku yönetmeni olan Tobe Hooper’ın da çeşitli filmlerinde yer aldı.

Bazı Sözleri:
“Birçok ergeni bana ‘Sen, Krueger!” derken, korna çalarken, ellerini pençe gibi yapıp gösterirken görüyorum. Evet, tanınıyorum.”
“Benim kendi kabuslarım genelde, sahnedeyken repliklerimi unuttuğum durumları içeriyor.”
“Bence teknoloji, Edgar Allan Poe’nunkiler gibi dönemsel korku öykülerini ekrana taşımak için kullanılmalı.”


















Freddy Krueger rolünde Robert Englund ve normal Robert Englund. Şeker şey. :)

MICHAEL BERRYMAN (1948-)
Berryman, “Hypohidrotic Ectodermal Dysplasia” adlı ender rastlanan bir durumla dünyaya geldi ve bu yüzden ter bezleri, saçları, tırnakları ya da dişleri yok. Kendisinin bu farklı görünümü, korku, bilimkurgu ve fantezi filmlerinde ilginç roller almasını sağladı. Kendisi en çok Wes Carven’ın 1977 tarihli “The Hills Have Eyes” filmindeki mutant rolüyle tanınıyor, 1984’te bir devam filmi de çekildi bu filmin. Ayrıca 1981’de yine Craven’ın “Deadly Blessing” adlı filminde de rol aldı. Ayrıca Rob Zombie’nin “The Devil’s Rejects” ve “The Lords of Salem” adlı filmlerinde de oynadı.

Bir Sözü:
(küçükken karşılaştığı dalga geçmeler/zorbalıklar üzerine) Temelleri sağlam biriydim. Benimle dalga geçtikleri ya da benzer şeyler yaptıkları olurdu ama öfke yeteneğim yoktu, bu çocukların anne-babalarına gider ve onlara çocuklarının şımarık veletler olduğunu, kendilerinin de kötü ebeveynler olduklarını söylerdim.


















"The Hills Have Eyes" filmindeki rolüyle Michael Berryman ve normal Michael Berryman. İki resimdeki yüz ifadelerinin keskin farklılığı. :)

DOUG BRADLEY (1954-)
İngiliz aktör, çocukluktan beri ünlü korku yazarı ve yönetmeni Clive Barker’la yakın arkadaştı. 70’lerde ikisi “Dog Company” adlı bir tiyatro grubu kurdular. Daha sonra da ikisi, bir seriye dçnüşecek olan “Hellraiser” efsanesini başlattılar. İlk filmi Clive Barker yazıp yönetti, Doug Bradley de ürpertici cenobite Pinhead rolünde oynadı. Bu film, ardından 3 sinema filmi, 4 de video filmi getirdi ve bu filmlerin hepsinde Bradley aynı rolüyle vardı. Kendisi “Behind the Mask of the Horror Actor” (Korku Yıldızının Maskesinin Ardında) adlı bir kitap da yazdı.


















"Hellraiser" serisindeki ünlü rolü Pinhead ile Michaek Berryman ve kendisinin normal görünümü.

Evet efendim, bu insanların normal yüzleri bize pek tanıdık gelmiyor ama canlandırdıkları karakterlerin yüzleri son derece tanıdık, öyle değil mi? Çoğu zaman karakter oyuncunun önündedir ve belki de bir oyuncunun yapabileceği en büyük fedakarlık da budur, alkışı alan karakter olsa da eninde sonunda o maskenin ardında kanlı canlı bir insan vardır. Aşağıda 1978 yapımı John Carpenter filmi "Halloween"da maskeli katil Michael Myers'ı canlandıran Tony Moran'ın sette çekilmiş çok sevdiğim bir fotoğrafı var. Fotoğraf, u son yazdığım cümlelerin ardından oldukça anlamlı, çünkü Moran içeceği kendi ağzına değil Michael Myers'ın ağzına götürmüş. :)

























EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde... :)