20 Haziran 2014 Cuma

FAZLA ABARTILAN FİLMLER - EMRE KARA

Hemen belirteyim ki aşağıda listeleyeceğim filmlerin hepsini "kötü" bulmuyorum. Kötü bulduklarım var çokça, ama iyi bulduğum, hatta gayet iyi bulduğum, buna rağmen yine de abartıldıklarını, şişirildiklerini düşündüğüm filmler de var. Şimdi bir içimi boşaltıp rahatlayayım, bismillah. :) Zaman zaman öfkem yükselecek ve üslubum sivrilecek, pisleşeceğim, hazırlanın. :) Filmler alfabetik sıralı.

1. 12 Angry Men (1957)
"Kötü bir film" demiyorum, gayet iyi bir film ama mesela IMDb'nin iddia ettiği gibi tüm zamanların en iyi 10 filminden biri kesinlikle değil. Anlatacak net bir öyküsü olan ve bunu klasik bir anlatı filmi olarak güzelce anlatan iyi bir film, ama olağanüstü bir film değil.

2. 2001: A Space Odyssey (1968)
Kubrick'in her filmi biraz "aşırı abartılmış" olarak düşünülebilir belki ama bu film bence kendisinin en yavaş akan, zaman zaman bütünlüğünü kaybeden ve anlaşılmaz hale gelen filmi. İzledikten sonra üzerine yüzlerce satır şey okuyup da öyle biraz hazmettiğimi hazırlıyorum geçmiş zamanlarda. :)

3. A Beautiful Mind (2001)
Tipik bir biyografik anlatı filmi, tipik bir başarı öyküsü. Bu kadar abartacak ne var anlamadım.

4. And Your Mother, Too! (2001)
Baştan sona iki abazan ergenin cinsel maceralarını izlediğimiz bu film, bir grup sivilceli abazan ergenin elinden çıkmış gibi. Bunu örtbas edebilmek için yer yer felsefi olmaya çalışmışsa da bu çabasının yapaylığı çok açık.

5. Audition (1990)
Takashi Miike'nin bu filminin tek amacı şok etmek ve kafa karıştırmak sanırım. Anlayan beri gelsin.

6. Bernardo Bertolucci'nin erotik filmleri Last Tango in Paris (1972), The Sheltering Sky (1990), The Dreamers (2003)
Bu adam beni öldürdü şu filmleriyle resmen! İlki Marlon Brando'yu içerse de kadın düşmanı ve kadını aşağılayıcı öyküsüyle Brando'dan bile nefret ettiriyor, kendisine eşlik eden kadın oyuncu filmden sonra psikolojik travmalardan uzun süre kurtulamamış. İkinci film süper bir sinematografiye, John Malkovich ve Debra Winger gibi iki süper başrol oyuncusuna sahip olmasına rağmen, batılı kadının oryantal cinsel fantezilerini gerçekleştirmeye çalıştığı, bunun üzerine de eğreti duran varoluşsal/psikolojik bunalımların giydirilmeye çalışıldığı 140 dakikalık bir işkenceye dönüşüyor. Üçüncü film, Paris '68 kuşağının ruhunu yakalamaya çalışırken iki uçuk kardeş ve onları süper tamamlayan Amerikalı gencin bol cinsellik, absürdlük içerikli maceralarını anlatmanın ötesine geçemiyor.

7. Breathless (1960) (ve Jean-Luc Godard'ın bütün filmografisi)
Jean-Luc Godard'ın bu filmi ünlü bir Yeni Dalga örneği olarak göklere çıkarılsa da kendisi Yeni Dalga'nın ne ilk ne de en iyi örneği. Godard'da bence hep var olan sorun; yeni, orijinal, avangart olmaya kasarken ve yeni  bir akımın kodlarını örneklemeye çalışırken öykü anlatımı, gerçekçi karakter geliştirimi gibi konulara (ki ne yapıyorsan yap en temel bunlardır, bunlarsız olmaz) gereken önemi vermemesi. Üzgünüm Godard, filmlerin kötü değil ama ruhuma, hislerime dokunamıyorlar. :)

8. Closer (2004)
İki kadın iki adamdan oluşan dörtlünün değişikli kombinasyonlar halinde birbirleriyle sevgili olmaları, yatmaları, kavga etmeleri falan, ay napiyim bu işte bu! :)

9. Dangerous Liaisons (1988)
Tamam bir 18. yy yazarının klasikleşmik romanından uyarlanmış, tamam o zamanların Paris'i atmosferini setlerle, kostümlerle falan iyi oluşturmuş ama filmdeki olay örgüsü, herhangi bir pembe dizidekinden çok da farklı gelmedi bana.

10. David Lynch'in "Kimse beni anlamasın." mottosunda fazla uçtuğu filmler: Eraserhead (1977), Twin Peaks: Fire Walk with Me (1992), Lost Highway (1997)
David Lynch'in bu yazdığım filmleri dışında izlediğim filmlerini gayet beğendiğimi belirtmeliyim ama bu üç filmde, yukarıda yazdığım olayı yapmış yani, üçünden de nefret ediyorum. Buradan David Lynch'e sesleniyorum: Yani ne yapmaya çalışıyorsun bay Lynch, "O kadar zekiyim ki kimse filmlerimden bir b*k anlamıyor." diye ego tatmini mi? Kusura bakma ama bu filmleri senin bile anladığını zannetmiyorum. :) "Beyni lynch eden adam" unvanını bu filmlerle aldı kendisi sanırım. Mulholland Dr. da hayli karmaşık ama zorlayınca bi ışık görebiliyosun onda. :)

11. Epik seriler: Star Wars serisi, The Lord of the Rings serisi
Tamam görsel efektler, iyiyle kötünün sonsuz mücadelesi falan da... Da... Bu kadar yaygara koparacak bir şey yok. Fanboy'lar, fangirl'ler, beni hor görmeyin. :)

12. Falling Down (1993)
Amerikan faşizminin ustaca yerleştirildiği, başrol karakterimizin sorunlu, uçuk bir adam olmasından mazeretli olarak bunu zencilere, göçmenlere karşı açıkça dillendirdiği, filmin sonunda da "Ben toplumun kurbanıyım, bana ne dedilerse yaptım." şeklinde bir cümleyle bir şekilde kurbanlaştırıldığı bir film.

13. Fantasia (1940)
Disney'in illuminatik tandanslarını en net sunduğu bu film, art arda getirilmiş sürreal ve son derece okült semboloji dolu sekanslardan oluşuyor. Şeytanlar mı diyeyim mitolojik saçmalıklar mı diyeyim. :) Çocuğunu ve onun psikolojisini seven insanlar onu Disney filmlerinden, özellikle de bundan uzak tutsun lütfen. :)

14. Good Will Hunting (1997)
Gus Van Sant'ın bir bağımsız film yönetmeni olarak ortaya koyduğu orijinal filmler pek ses getirmezken bu tipik Hollywood anlatı filminin, bu tipik başarı ve kendini keşfetme öyküsünün, kendisinin en ünlü filmi olması bence ironik. :)

15. Goodfellas (1990)
Scorsese'nin elinden çıkmış bir şeye asla kötü diyemem ama izlediğim tüm diğer Scorsese filmlerinin bundan iyi olduğunu söylemeliyim. :) IMDb ise bunun tersini söyleyip bunu Scorsese'nin en iyi filmi ilan ediyor, tuhaf. :)

16. Happiness (1998)
Pedofili mi desem, telefondan cinsel tacizler mi desem, başka türlü tuhaflıklar mı desem. Tamam bu konuları işliyorsun ama nasıl bu kadar hafif bir üslupla, mizahi ve basitleyici bir bakış açısıyla ele alabiliyorsun, pes.

17. Kramer vs. Kramer (1979)
Dustin Hoffman sevimli, sorumluluk sahibi baba figürü olarak şahlandırılırken Meryl Streep çekip giden pis anne olarak taşlanır. Peki niye çekip gitmiştir anne, sorunları nelerdir onun, umursanmaz.

18. Lars von Trier'in son filmleri: Antichrist (2009), Melancholia (2011), Nymphomaniac (2013)
Bunlardan önceki filmlerini sevmek değil hayranlıkla izlediğim (Breaking the Waves'e, Dogville'e, Manderlay'e, Dancer in the Dark'a bayılırım) bu adama sonradan bir şey oldu: Artık tek amacı şok edici, sansasyonel olmak oldu. Antichrist sansasyonelliğin dibine vuran aptal bir filmdi ve Cannes'da kadın düşmanlığı nedeniyle yuhlanmış, iyi olmuş. :) Melancholia benim için çok büyük bir umuttu, çok ilginç bir konusu vardı, ama bu konu hiç de iyi kullanılamamıştı maalesef. Nymphomaniac için fazla söze gerek yok, hayal kırıklığı, içi boş bir yığın cinsellik.

19. Life of Pi (2012)
Baştan aşağı görsel efektle dolu olan bu film her sahnesiyle bir video oyun tanıtımı gibi gelirken, sinemanın gidiyor olduğu yön konusunda da beni ürküttü. :)

20. Lost in Translation (2003)
Bu Sofia Coppola babasının Francis Ford Coppola olmasından, bir de genç bir kadın sinemacı olmasından ekmek yedi, kimse reddetmesin. :) Öyle olmasaydı, isimsiz bir sinemacı olarak piyasaya çıksaydı, Coppola hayranlarının ve feministlerin desteğini sırtına almasaydı asla bu kadar ünlü olamazdı. :) Bu filmde öylesine yeniliksiz ve kuru ki, başrol oyunvuları muhteşem Bill Murray ve muhteşem Scarlett Johansson bile kurtaramıyor maalesef.

21. Luis Bunuel'in sürrealizmde fazla uçtuğu filmler: The Discreet Charm of the Bourgeoisie (1972), The Phantom of Liberty (1974)
Tama Bunuel'cim sürrealizminle sinemada kendine ait önemli bir yer edindin ve Belle de Jour gibi filmlerindeki sürrealizm dozajını sevdiğimi de belirtmeliyim ama bu son filmlerinde iyice uçtun, "anlatı" dediğimiz olaydan tamamen yoksun, rastgele art arda getirilmiş bir yığın kopuk kopuk, bağlantısız sekanstan oluşturdun bu filmleri. Sinemanın Salvador Dali'si olmak istedin ama unuttun ki Dali bir ressamdı, daha özgürdü, sense bir sinemacı, bir anlatı sanatı icracısı. Anlatı hiç olmayınca da olmuyor, yani bence. :)

22. Man Bites Dog (1992)
Şiddet üstüne şiddet. Tamam sinemada şiddete karşı değiliz de bir amaca hitap ediyorsa, gerekli ise varlığı. Buradaki amaç? Art arda getirilen bu şiddet sahnelerindeki nihai amaç?

23. MASH (1970)
Bir savaş filmi olarak biraz fazla komedi kasmış, savaş gerçekliğinden kendisini soyutlamış ve inandırıcılığını yitirmiş bir film.

24. Michelangelo Antonioni'nin "şaheser"leri: L’Avventura (1960), La Notte (1961), L’Eclisse (1962), Red Desert (1964), Blowup (1966)
"Madem sevmiyorsun niye bu kadar filmini izledin?" diye sorabilirsiniz. Milletin bu adamda bulduğu benim bulamadığım ne diye, bir umut bir umut diye diye izledim. Antonioni bey aşırı sanatsal olmaya çalışırken baş ağrıtan ama nihayetinde içi boş diyaloglarla, yapay karakterlerle örülü, kasıntının kasıntısı filmler ortaya çıkarmış. Sevgilisi ve sık-zamanlı başrol oyuncusu Monica Vitti de başarısız bir oyuncu, ses tonu da kötü. :) Sadece L'Avventura filmini beğendim, o da bir şaheser değil, iyi bir film yalnızca.

25. Naked (1993)
Mike Leigh'nin bu filminde yine bir yığın cinsellikle bağlanan yaşam öyküsü görüyoruz ama bunlar birleşip de anlamlı, ya da gerekli bir bütün oluşturamıyorlar.

26. Natural Born Killers (1994)
Senaryosunu Tarantino'nun yazmış olması sayesinde bu kadar ünlü olmuş filmi Tarantino'nun sevmediğini ve kendi senaryosunun çarpıtılmış olduğunu düşündüğünü belirtelim. Filmin şiddete olan yaklaşımı çok tuhaf.

27. Oldboy (2003)
Öylesine tuhaf ki bu kadar tuhaf olduğu için mi bu kadar ünlü diye merak ediyorum. Hasta bir film. Yönetmenin bundan önce çektiği "Sympathy for Mr. Vengeance"ın çok daha iyi bir intikam öyküsü olduğunu belirtmeliyim.

28. Pi (1998)
Bundan sonra çektiği her filmine bayıldığım Darren Aronofsky'nin bu ilk filminin kafa ütüleyici, karıştırıcı bir film olduğunu söylemeliyim. Acemilik herhalde Darren'cım. :P

29. Robert Bresson filmleri
İtiraf etmeliyim ki bu adamın hemen hemen her filmini izledim. Niye? Antonioni'yle aynı sebepten değil bak bu sefer, Bresson'un filmlerinde bir orijinallik, bir spiritüellik var, ama aynı zamanda bir yapaylık, kuruluk ve tekdüzelik de var işte. Hakkında kafamın en karışık olduğu yönetmenlerden biri. :)

30. Salo (1975)
"Ay bu film faşizm, burjuvazi eleştirisi yapıyooo!" deme entel çocuk, ağzına kürekle vururum. :) Hiçbir şey, hiçbir sebep bu hasta, mide bulandırıcı filmin var oluşunu geçerli kılamaz. :)

31. Serenity (2005)
Bu bilimkurgu filmi IMDb'de o kadar şişirilmiş ki inanılmaz. Tipik bir Hollywood blockbuster'ı işte. :)

32. Shakespeare in Love (1998)
Shakespeare'in adını kullanarak, onun hakkında hayali ve stereotipik bir aşk öyküsü sunan bu film 7 Oscar'a boğulmuş, Tanrım!!!

33. V for Vendetta (2005)
Sinemanın bence en sorunlu protagonistlerinden birinin bu kadar çok kişi tarafından idolize edilmiş olmasını anlayamıyorum.

34. Videodrome (1983)
Cronenberg'in bu korku-bilimkurgu karışımı filminden pek bir şey anlamadım ben. :)

35. WALL-E (2008)
Kendisinden daha iyi olan onlarca animasyon film var orada, neden bu kadar abartıldı anlamadım.

36. We Need to Talk About Kevin (2011)
Nedensiz gibi görünen şiddetiyle beni sinir etmesi bir yandan, aslında anneye yönelik oklarla misojinist yanını göstermesi diğer yandan. Ve filmin yönetmeni de bir kadın üstelik.

37. What Time is It There? (2001)
Ben de filmi izlerken hep bu soruyu sordum: "Saat kaç lan?" Habire saate baktım, ne kadar kaldı bitmesine diye. İki saatlik süresi bana iki asır gibi geldi, abartmıyorum. Tsai Ming-liang ismini duyunca tüylerim ayağa kalkıyor, kendisinden nefret ediyorum ve başka hiçbir filmini izlemeyi de düşünmüyorum. :) Abartmıyorum, yalnızca 10 dakikada anlatılabilecek bir öyküyü sündüre sündüre iki saatte anlatmışsın ama sen kimi salak yerine koyuyorsun Tsai? Defol Tsai! :)

38. Who’s Araid of Virginia Woolf? (1966)
Çok ünlü bir oyundan uyarlanmış tamam, Elizabeth Taylor ve Richard Burton gibi iki muhteşem isim içeriyor tamam, ama film orta yaşı geçmiş bir çiftin sorunlu ilişkileri içerisinde sürekli birbirlerine bağırıp çağırmaları, laf sokmaları, aşağılamaları ve tüm bunlara genç ve masum bir çifti de dahil etmeleri süreçlerinden oluşan 130 dakikalık sinir bozucu bir deneyime dönüşüyor bizler için. :)

39. Women in Love (1969)
D.H. Lawrence'ın kitabını okumadım ama filmde her şey belli belirsiz, muğlak. :) Adamlar gey bence, onun için kadınlarla zoraki girdikleri ilişkilerde mutlu olamıyorlar, ama film açıkça "adamlar gey" de demiyor ulan, yok bi erkeğin kadınla ilişkisi olsa da başka bi erkeğin dostluğu olmadan yaşayamazmış falan, lafı dolandırma, "geyim" de kurtul. :)

40. Xavier Dolan'ın ilk filmleri: I Killed My Mother (2009), Heartbeats (2010), Laurence Anyways (2012)
Bu çocuk çok genç yaşta film yapmaya başladığı için, yakışıklı olduğu için ve ilk filminde de otobiyografik bir öykü anlattığı için iyi bir çıkış yaptı, bir gey ikonuna dönüştü, ordan aldı yürüdü ama ilk filmleri bence sorunlu. :) İlk filmde ortada belirli bir neden yokken annesine çemkirip duran sorunlu gey ergen temasını işledi (hayır annesi gey düşmanı falan bile değildi), ikinci filmde her karşılarına çıkan erkeğe şlop diye aşık olup birbiriyle çekişen bir kız bir gey çocuk ikilisinin yapay öyküsünü anlattı, son filmde ise kadın olmaya karar veren ama öte yandan kadın sevgilisinden de vazgeçemeyen bir adamın "Ne yardan geçerim ne serden." temalı garip öyküsünü anlattı. :)

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)