1 Haziran 2018 Cuma

ÜÇ FİLM ÜZERİNDEN TENNESSEE WILLIAMS - EMRE KARA

Tennessee Williams (1911-1983), Amerikalı bir oyun yazarı. Kanımca yaşamış en büyük yazarlardan biri. Saf, net bir deha sahibi. Oyun yazarı olması sebebiyle onu modern bir Shakespeare olarak niteleyecek kadar dahi ileri gidebilirim. Yazdığı oyunlarda oluşturduğu derinlikli ve çok yönlü karakterler, ustaca psikolojik analizler, son derece edebi ve felsefi diyaloglar dehasını kolayca gözler önüne seriyor. “A Streetcar Named Desire” ve “Cat on a Hot Tin Roof” oyunlarıyla iki kez Pulitzer ödülünü kazanmış.

Williams aynı zamanda eşcinsel. Bunu özellikle belirtiyorum çünkü eşcinsellik, yazdığı oyunlarda ana tema olmasa bile önemli bir yan tema olarak yer alıyor. Kendisi, eşcinselliği ile ilgili olarak şunları söylemiş: “Zaman zaman bir miktar aşağılanma ve çokça keder hissetmek kaçınılmaz bir durum. Ama suçlu hissetmek aptalca. Farklılığım sayesinde daha derin, daha sıcak kalpli, daha nazik bir insanım. Başkalarının ihtiyaçlarına karşı daha duyarlıyım. Ve insan kalbini ifade etmek için sahip olduğum gücün büyük bir kısmı, bu durumdan ileri geliyor olmalı.”

William sinemayla hayli içli dışlıydı. Birçok oyunu, başarılı filmler olarak sinemaya uyarlandı. Bunlar arasında muhtemelen en ünlü olan üç tanesini hem kendi içlerinde, hem de birbirleriyle ve Williams’la bağlantılı olarak analiz edelim: “A Streetcar Named Desire” (1951), “Cat on a Hot Tin Roof” (1958) ve “Suddenly, Last Summer” (1959). Üç filmin de aynı yazarın elinden çıktığı hayli belli, çünkü gerek üslup gerek içerik yönünden benzerliklere sahipler. Bunları belli başlıklar açısından ele almaya çalışacağım. Ancak bunun öncesinde üç filmin de konularından biraz bahsetmek gerekiyor.



“A Streetcar Named Desire”, psikolojik sorunları olan Blanche DuBois (Vivien Leigh) adlı bir kadının, hamile kız kardeşi Stella’nın (Kim Hunter) yanına taşınmasıyla gelişen olayları ele alıyor. Eski aristokrat havasını bu eve taşımaya çalışan Blanche, Stella’nın kocası Stanley Kowalski (Marlon Brando) ile yoğun bir çatışma yaşamaya başlıyor.



“Cat on a Hot Tin Roof”ta alkolik bir eski futbolcu olan Brick (Paul Newman) ile karısı Maggie’nin (Elizabeth Taylor) problematik evliliklerini görüyoruz. İşler, Brick’in ölmek üzere olan babası Big Daddy’nin (Burl Ives) ziyaretiyle daha da karmaşık bir hal alıyor.



“Suddenly, Last Summer”da zengin bir dul olan Violet Venable’ın (Katharine Hepburn), oğlunun ölümü sonrasında oğlunun geçmişini örtbas etme çabasını görüyoruz. Bu çaba, önceki yaz oğlunun birlikte tatile gittiği kuzeni Catherine’e (Elizabeth Taylor) lobotomi yapılması için Dr. Cukrowicz’e (Montgomery Clift) başvurmasını da içeriyor.

***

Şimdi üç filmin birbirleriyle ortak yönlerini belirli başlıklar altında ele alalım:

ÜÇLÜ DİNAMİK
Her filmde üç temel karakterin ön plana çıktığını görüyoruz. Bu karakterler arasındaki ilişkiler karmaşıklaşıyor ve birlikte belirli yüzleşmeler yaşamaları gerekiyor. Üçlü dinamik, karakterlere çok yönlülük katıyor.

“A Streetcar Named Desire”: Blanche – Stella – Stanley
Blanche ile Stella kardeş; Blanche daha romantik, nostaljik, hayalci, nevrotik olanı temsil ederken Stella daha dünyevi, ayakları yere basan karakteri temsil ediyor. Ancak filmdeki esas zıtlık elbette ki Blanche ile Stanley arasında. Stanley Blanche’ı, bütün o nezaket ve aristokratlık oyunlarının altında sahte buluyor, ama ikili arasında yadsınamaz bir erotik gerilim de söz konusu. Stella arada kalan figür oluyor; biri ablası biri kocası olan ve birbiriyle hayli çatışma halinde olan iki kişi arasında denge kurmaya çalışıyor.

“Cat on a Hot Tin Roof”: Brick – Maggie – Big Daddy
Brick hayattan ve etrafındaki herkesten nefret eden, herkesi kasten uzak tutan, her şeyi anlamsız bulan bir karakter. Karısına karşı da son derece soğuk ve acımasız. Hayli zengin, baskın ve otoriter bir figür olan babasını da sevgisiz ve materyalist buluyor. Maggie hem kocasını seviyor ve geri kazanmaya çalışıyor, hem de kocasıyla babasının ilişkisini tamir etmeyi amaçlıyor. Big Daddy yakında öleceği için miras meselesi de söz konusu tabi ki.

“Suddenly, Last Summer”: Violet – Catherine – Cukrowicz
Violet ile oğlu Sebastian arasında hayli derin ve karşılıklı bir Oedipus kompleksi durumu söz konusu olduğu için, Sebastian son yaz tatile annesiyle değil de Catherine’le çıkmak istediğinde Violet zaten Catherine’den nefret etmeye başlıyor. Sebastian’ın ölümüyle ve Catherine’in ağır travma yaşamasıyla sonuçlanan o son yazın ardından Sebastian’ın kimliğiyle ilgili gerçeklerin örtbas edilmesi için de Catherine’e lobotomi yaptırmak istiyor. Catherine akıl sağlığını korumaya çalışırken bir yandan da Cukrowicz’e deli olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Cukrowicz hem Violet’tan hem Catherine’den dinlediklerini göz önünde bulundurarak, geçmiş sırları ortaya çıkarmaya çalışarak gerçeği arıyor.

PSİKOLOJİK SORUNLAR
Üç filmde de ortak olan bir başka şey, psikolojik sorunları ele alıyor olmaları. “A Streetcar Named Desire”ın başında depresif ve nevrotik görünen Blanche’ın durumu, film ilerledikçe daha da kötüye gidiyor. Stanley’nin de öfke nöbetlerine kapılan fevri bir karakter olduğunu görüyoruz. “Cat on a Hot Tin Roof”ta Brick alkolik ve ağır depresif bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. “Suddenly, Last Summer”da Catherine post-travmatik amnezi yaşıyor, yazın yaşananları tüm netliğiyle hatırlamakta güçlük çekiyor. Violet ise oğlu Sebastian’ı obsesyon haline getirmiş bir figür.

GEÇMİŞE AİT SIRLAR VE YÜZLEŞMELER
Üç filmde de geçmişe ait son derece önemli ve örtbas edilen bir sır var. Her ne kadar filmin sonlarına kadar gizli kalsa da ara ara ipuçlarıyla yüzeye çıkıp duruyor, karakterler arasındaki ilişkilere ve diyaloglara, olay örgüsüne yön veriyor. “A Streetcar Named Desire”da bu sırlar Blanche’ın geçmişiyle ilgili, bilhassa da intihar eden kocası Allan Grey ile. “Cat on a Hot Tin Roof”ta sırlar temel olarak Brick’in intihar etmiş arkadaşı Skipper ile ilgili. Brick’in karısı Maggie ile evliliklerinin problemli olmasının temelinde de bir şekilde Skipper yatıyor. “Suddenly, Last Summer”da sırlar Sebastian’ın geçmişiyle ilgili. İlginçtir ki her üç filmde de asla görünmeyen birer karakter, filme hayli yön veren karakterler oluyorlar; Allan Grey, Skipper ve Sebastian. Yine ilginçtir ki bu üç “hayalet” karakterin hepsi de ölü, ya intihar ya da cinayet sonucu. Filmlerin akışı içerisinde yaşayanlar sırlarla, geçmişle ve birbirleriyle yüzleşmek zorunda kalıyorlar ve seyirci de gerçeği aşamalı olarak öğreniyor.

EŞCİNSELLİK
Yukarıda bahsettiğimiz üç hayalet karakterin her birinin eşcinsel olması da muhtemelen tesadüf değil. “A Streetcar Named Desire”da Allan Grey’in intiharının sebebi, Blanche’ın onun cinsel yönelimini fark etmesi ve ondan iğrendiğini söylemesi. “Cat on a Hot Tin Roof”ta Brick ile ölen arkadaşı Skipper arasındaki aşırı yakın ilişki, yine bazı gizli eşcinsellik ipuçları veriyor. Öyle ki Brick evlendikten sonra bile Skipper ile o kadar içli dışlı ki bu durum karısı Maggie’nin Skipper’ı kıskanmasına ve onu kocasından uzaklaştırma çabasına girişmesine yol açıyor. Skipper’ın intiharından sonra karısından adeta nefret eder hale gelen Brick, Skipper’ın ölümü için Maggie’yi suçluyor. “Suddenly, Last Summer”da Sebastian genç, hassas, şair ruhlu bir eşcinsel karakter. Catherine’le gittiği tatilde genç erkeklerle birlikte oluyor, hatta Catherine’in güzelliğini ve cazibesini, bu erkeklerin ilgisini kendilerine çekmek amacıyla da kullanıyor.

GERÇEK/GERÇEKLİK
Üç filmde de geçmişe ait sırların önemli rol oynadığını söylemiştik. Bu da hem filmlerdeki karakterlerin, hem de seyircilerin, “gerçeğin” peşinden koşmaları, onu yüzeye çıkarmaya çalışmaları, onunla yüzleşmeleri ile sonuçlanıyor. Ancak bu duruma ironik bir biçimde eklentilenecek şekilde her üç film de, gerçek ve gerçeklik kavramları üzerine sorgulayıcı ve eleştirel replikler içeriyorlar:

“Gerçekçiliği istemiyorum. Sihir istiyorum! Evet, evet, sihir. İnsanlara bunu vermeye çalışıyorum. Bir şeyleri isteyerek saptırıyor, yanlış sunuyorum. Gerçekleri anlatmıyorum. Gerçek olması gereken şeyleri anlatıyorum.” – Blanche, A Streetcar Named Desire

Brick: Utanıyorum, Büyük Baba. Bu yüzden sarhoş oluyorum. Sarhoş olduğumda kendime tahammül edebiliyorum.
Big Daddy: Ama sabah olduğunda yine orada oluyor değil mi; gerçek. Şu an burada olduğu gibi. (…) Yalanlarla yaşayamıyorsun, öyle mi? Sen kendin bir yalan uzmanısın. Gerçek acıdır, terdir, faturaları ödemektir, artık sevmediğin bir kadınla sevişmektir. Gerçek, gerçekleşmeyen düşlerdir, ve öldüğün güne kadar adın gazetelere asla çıkmaz.
- Cat on a Hot Tin Roof

Gooper: Doktor, Büyük Anne bugün klinikten aldığımız raporla ilgili tüm gerçeği duymak istiyor.
Maggie: Gerçek, gerçek! Herkes gerçek diye haykırıp duruyor. Aslında gerçek de yalanlar kadar kirli!
- Cat on a Hot Tin Roof

“Sebastian derdi ki, ‘Gerçek, dipsiz bir kuyunun dibidir.’” – Violet, Suddenly, Last Summer

“Gerçek, kendisine karşı asla direnmediğim tek şeydir.” – Catherine, Suddenly, Last Summer

FİLM UYARLAMALARINDA STÜDYO ELİ
Üç film de 1950’lerde çekildiği için ve o dönemde Hollywood filmlerinin içeriği hayli titiz ve tutucu bir yaklaşımla yönetildiği için, oyunlar filme uyarlanırken bazı tavizler veriliyor. “A Streetcar Named Desire”da Allan Grey’in eşcinselliği yalnızca hafif bir ima yoluyla sezdiriliyor, açıkça belli eden hiçbir replik yok. Oyundan habersiz bir seyirci filmde Allan’ın intihar sebebini fazla hassas ve duygusal bir adam olmasına ve bu yüzden Blanche tarafından aşağılanmasına da bağlayabilir yani. Benzer şekilde “Cat on a Hot Tin Roof”ta Brick ile Skipper arasındaki yakın ilişkinin, cinsel arzuyu içeren bir ilişki olduğuna dair bir kanıt yok. Seyirci Brick’in obsesyonunun, sevgili dostu Skipper’ın intiharı ardından onu unutamaması ve Maggie’nin de olaya bir şekilde dahil olması yüzünden olduğunu düşünebilir. Tennessee Williams bu uyarlamayı beğenmemiş, bu sansürlemeler nedeniyle. “Suddenly, Last Summer”da da yapımcılar Sebastian’ın eşcinselliğinin açıkça ifade edilmemesini, ima edilmesini istemişler ama bu filmin önceki iki filme göre çok daha açık ve net bir biçimde konuyu ele aldığını söyleyebiliriz. Ancak bu özgürlüğün de hayli ironik bir nedeni var: Sansür kurumu bu filmde eşcinselliğin daha açık işlenmesine izin vermiş çünkü onlara göre film, eşcinsel yaşam stilinin ‘korkunçluklarını’ ele alıyormuş. (sonunda Sebastian bir cinayete kurban gittiği için) Tennessee Williams bu film uyarlamasına karşı da mesafeli bir duruşa sahip.

FİLMLERİN BAŞARILARI
Stüdyo tarafından yapılan modifikasyonlara rağmen bu filmler yine de son derece etkileyici, muhteşem filmler olmayı başarıyorlar. Tennessee Williams eserleri öyle ustaca ve incelikli yazmış ki, bazı sansürlere rağmen özlerinden bir şey kaybetmemeyi başarıyorlar. Tabi filmlerin yönetmenleri ve oyuncuları da bu başarıda üst düzey role sahip. Filmler üç usta yönetmen; Elia Kazan, Richard Brooks ve Joseph L. Mankiewicz tarafından yönetiliyorlar. Hepsi de Hollywood’un en büyük yıldızlarıyla çalışıyorlar. “A Streetcar Named Desire” o yıl 4 Oscar kazanıyor; üç tanesi oyunculuk kategorisinde, biri sanat yönetimi kategorisinde olmak üzere. 8 başka dalda da aday gösteriliyor. Vivin Leigh, Kim Hunter ve Karl Malden’in Oscar alıp Marlon Brando’nun almaması ise o dönemler Brando’nun yeni ortaya çıkan ve pek tanınmayan bir oyuncu olmasına bağlanabilir muhtemelen. Bu filmdeki rolü Brando için starlık yolunu açıyor ve günümüzde de sinema tarihinin en iyi performanslarından ve metod oyunculuğunun en iyi örneklerinden biri olarak görülüyor. Yine “Cat on a Hot Tin Roof” 6 dalda, “Suddenly, Last Summer” da 3 dalda Oscar’a aday oluyorlar. Çekildikleri döneme göre (sansürler içerseler bile) hayli cesur olan ve 21. yüzyıl seyircisine hayli ‘modern’ gelecek olan bu filmleri tüm sinemaseverlere şiddetle tavsiye ederim.

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)