29 Ağustos 2019 Perşembe

ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD (2019) - EMRE KARA


Tarantino’nun yeni filmi Once Upon a Time in Hollywood, zirvede olduğu günler geride kalmış olan, yaşlanıyor ve yavaş yavaş unutuluyor olmanın hüznünü yaşayan, alkolizm ve depresyonla uğraşan bir oyuncu olan Rick Dalton (Leonardo Di Caprio) ile onun hem dublörü, hem kişisel şoförü, hem de en yakın dostu ve destekçisi olan Cliff Booth’un (Brad Pitt) öyküsünü anlatıyor. Tarantino’dan bekleneceği üzere öyküde hem dramatik, hem mizahi, hem de kan ve şiddet dolu rahatsız edici öğeler mevcut. Öyküyü 1969 Los Angeles’ında konumlandıran Tarantino, dönemin ruhunu kurgusal karakterlerinin öyküleri üzerinden yansıtmaya çalışırken aynı zamanda o dönemde gerçekten vuku bulmuş olayları ve gerçekten yaşamış insanları da öyküsüne dahil ediyor, bu da filmi hayli keyifli bir izleme deneyimine dönüştürüyor. Peki Tarantino’nun çizdiği bu 60’lar sonu Hollywood’una dahil olan gerçeklikler neler?

SİNEMA ENDÜSTRİSİ VE FİLMLER
60’ların sonu, Hollywood endüstrisinin hızla değişmekte olduğu bir dönem. Stüdyo sisteminin egemen olduğu ve “Hollywood’un Altın Çağı” olarak anılan dönemin bitişine şahitlik ediyor bu yıllar. Televizyonun daha da popülerleştiği (Rick Dalton filmlerde de rol alsa da temel olarak “Bounty Law” adlı bir western TV dizisinde oynadığı ödül avcısı Jake Cahill rolüyle meşhur olmuş bir oyuncu.), ana akım stüdyo filmlerinin yanı sıra bağımsız, alternatif, B sınıfı, yer altı filmlerin de yapılmaya başlandığı bir dönemden söz ediyoruz. Tarantino, kendisinin de büyük hayranı olduğu bu tarz filmlere birçok göndermede bulunuyor. Bunları bazı başlıklar altında kısaca ele alalım:

Nazisploitation: Rick’in oynadığı filmlerden birinde Nazileri bir alev makinesiyle yaktığını görüyoruz; bu dönemin meşhur “Nazisploitation” (Nazi istismarı) filmlerine bir gönderme. Ki Tarantino’nun önceki filmlerinden Inglorious Basterds’in (2009) bütünüyle bu türe saygı duruşu olarak çekilmiş olduğunu not düşelim.

Spaghetti western: Bir sahnede yapımcı Marvin Schwarz (Al Pacino), Rick’e Roma’ya gidip spaghetti western’lerde rol almasını teklif ediyor. (Ki filmin sonlarına doğru Rick bu teklifi kabul ediyor.) Spaghetti western’ler 60’ların ortalarından sonuna kadar İtalya’da çekilmiş olan ve Hollywood western’lerine göre daha iddialı ve daha şiddet dolu olan filmler. Bu türün en önemli iki yönetmeni olarak Sergio Leone ve Sergio Corbucci’yi gösterebiliriz. Nitekim filmde Schwarz Rick’e bir Sergio Corbucci filminde oynamasını teklif ediyor, Rick Sergio Corbucci’nin kim olduğunu sorunca da spaghetti western’lerin en iyi ikinci yönetmeni olduğunu söylüyor.

Tarantino’nun western türündeki filmleri Django Unchained (2012) ve The Hateful Eight’in (2015) de spaghetti western’lere saygı duruşu niteliğinde olduğunu belirtelim. Once Upon a Time in Hollywood’un adının da yine Sergio Leone filmlerine bir gönderme içerdiği açık, nitekim Leone’nin filmlerinden ikisinin adları Once Upon a Time in the West (1968) ve Once Upon a Time in America (1984).

Korku filmleri: Once Upon a Time in Hollywood’un son sahnelerinin, filmin o ana kadarki tonundan keskin bir biçimde ayrılarak kan ve vahşet dolu bir tona, neredeyse bir korku filmi tonuna evirildiğini görüyoruz, ki bu bir Tarantino filmi için çok da şaşılacak bir şey değil aslında. Manson ekibinin Rick’in evine girmeleri, bir korku alt türü olan “home invasion” (ev istilası) filmlerini anımsatıyor. Ev sahiplerinin ev istilacılarından daha gözü kara çıkıp da onlara karşı savaş açmaları ise ünlü yönetmen Wes Craven’ın The Last House on the Left (1972) filmini anımsatıyor.

SHARON TATE & ROMAN POLANSKI 
Margot Robbie ve Rafal Zawierucha’nın canlandırdığı bu ünlü oyuncu & yönetmen ikilisi filmde önemli bir yere sahipler, özellikle de Sharon Tate karakteri, Rick ve Cliff ikilisinden sonra filmde en çok görünen karakter. Polanski ve Tate’in filmin öyküsüne eklemlenmesi, ikilinin Rick’in yan komşuları olmaları şeklinde gerçekleşiyor. Rick bu gerçeği fark ettiğinde Rosemary’s Baby’nin (1968) yönetmeniyle komşu olmanın kariyerini yeniden canlandırabileceğini belirterek mutlu oluyor.

Polanski ve Tate çiftinin öyküsünde önemli bir başka karakter de Jay Sebring (Emile Hirsch). Hatta Sebring filmde Polanski’den çok daha fazla görünüyor. Ünlülerin saç tasarımcısı olan Sebring, Tate’in Polanski’den önceki sevgilisi aslında. Tate, Polanski’nin Dance of the Vampires (1967) filminde oynadıktan sonra Sebring ile ilişkisini bitiriyor ve Polanski ile olan ilişkisi başlıyor. Ancak dostça ayrılmış olan Tate ve Sebring daha sonra da dost kalıyorlar, filmde de gördüğümüz üzere. Tate’in evinde öldürüldüğü gece onunla birlikte öldürülmüş konuklardan biri de Sebring. O gece evde bulunan diğer konuklar olan Abigail Folger (Samantha Robinson) ve Voytek Frykowski’yi (Costa Ronin) de filmde görüyoruz.

Filmin bir sahnesinde Tate’in, kendisinin oynadığı The Wrecking Crew (1968) adlı filmi sinemada izlemeye gittiğini görüyoruz. Perdede filmden sahneler gördüğümüzde gerçek Sharon Tate’i izliyoruz, bu sahnelere Margot Robbie efektle konulmamış yani, muhtemelen Tate’e bir saygı duruşu jesti olarak.

Filmin bir başka sahnesinde Sharon Tate’in bir kitapçıya girerek Thomas Hardy’nin Tess of the d’Urbervilles adlı romanını satın aldığını görüyoruz. Kitapçıya, kitabı Polanski’ye hediye edeceğini, bir an önce okuması gerektiğini söylüyor. Bu sahne, arka planında yatan gerçek öyküye baktığımız zaman aslında oldukça trajik bir sahne. Gerçek yaşamda da Tate, öldürülmesinden kısa bir süre önce bu romanı Polanski’ye hediye ediyor, romanı seven Polanski de Tate’in başrolünde yer alacağı bir film uyarlaması yapmayı planlıyor. Tate’in öldürülmesinden on yıl sonra Polanski nihayet Tess (1979) filmini çekiyor, başrolde Nastassja Kinski ile. Filmin, başında yer alan “For Sharon” yazısı ile Tate’e adandığını görüyoruz. İlginç bir tesadüf olarak Nastassja Kinski ile Sharon Tate’in doğum günlerinin aynı olduğunu da (24 Ocak) not düşelim.

Tarantino, Sharon Tate karakterini yazarken Polanski’den yardım istemek yerine Tate’in kız kardeşi Debra’dan yardım almış. Senaryoyu Debra’ya okutmuş ve Debra bir sahnenin çekimi sırasında sette de bulunmuş. Debra, Margot Robbie’nin performansından memnun kalmış; onu özverili bir sanatçı olarak nitelendirmiş ve role hazırlanırken Sharon Tate hakkında yaptığı araştırmalardan etkilenmiş. Filmde Margot Robbie’nin bazı sahnelerde takması için Sharon’ın takılarını da vermiş.

CHARLES MANSON & EKİBİ

Damon Herriman’ın canlandırdığı Charles Manson karakterini ilk olarak, Sharon ve Jay evde birlikteyken Sharon’ın evine yaptığı ziyarette görüyoruz. Evin önceki sahiplerinin arkadaşları olduğunu iddia eden Manson, yanlışlık için özür dileyerek ayrılıyor.

Daha sonraki bir sahnede Cliff’in, Manson’ın hippi komününden bir kızı arabasına aldığını ve onu komünün yaşadığı çiftliğe bıraktığını görüyoruz. Kız Cliff’e kalıp Charlie ile tanışması gerektiğini söylüyor hatta, ancak Cliff çiftliğin sahibi George Spahn (Bruce Dern) ile yaptığı kısa bir görüşmenin ardından çiftlikten ayrılıyor.

Cinayet gecesi Polanski & Tate çiftinin evine giren üçlüden Charles Watson’ı Austin Butler, Patricia Krenwinkel’i Madisen Beaty, Susan Atkins’i ise Mikey Madison canlandırıyor. Ancak Tarantino’nun filminin alternatif gerçekliğinde bu üçlü Polanski’nin evine girmek yerine Rick’in evine giriyorlar ve orada da son bir gece için bulunan Cliff’le karşı karşıya kalıyorlar.

BRUCE LEE
Mike Moh’un canlandırdığı Bruce Lee karakterini, Cliff ile bir sette yaşadığı karşılaşma üzerinden görüyoruz. Lee, Muhammad Ali ile dövüşmek istediğini ve bunu yapsa onu sakat bırakacağını söylüyor. Cliff’in buna gülmesi üzerine Cliff’e dövüşmeyi teklif ediyor ve Cliff Lee’yi bir arabanın üstüne savurarak setten kovuluyor.

Bruce Lee’nin kızı, babasının filmde kibirli, kendini övmeyi seven bir palavracı gibi gösterildiğini söyleyerek filme dair memnuniyetsizliğini dile getirmiş.

STEVE MCQUEEN
Damian Lewis’in canlandırdığı Steve McQueen karakterini, Polanski ile Tate’in Playboy Mansion’da katıldıkları bir partide görüyoruz. McQueen bir kadın arkadaşına Sharon’ın, Jay Sebring’i kıskandırmak için Polanski’yi kullandığı şeklinde bir yorum yapıyor.

Filmde aynı zamanda Rick Dalton’ın Steve McQueen’e özendiğini ve hayranlık duyduğunu da görüyoruz. Bir sahnede kendisinin II. Dünya Savaşı hapishane filmi The Great Escape’te (1963) oynama ihtimalinin bulunduğunu ancak rolün sonradan McQueen’e gittiğini söylüyor. Hatta bu esnada The Great Escape’ten bir sahneyi, McQueen’in yerine efektle Di Caprio konulmuş şekilde izliyoruz, Rick’in bir fantezisi olarak. Rick Dalton’ın bir western TV dizisinde bir ödül avcısını canlandırması gibi Steve McQueen’in de “Wanted: Dead or Alive” (1958-1961) adlı western dizide bir ödül avcısını canlandırmış olduğunu da not düşelim.

SON SÖZ

Tarantino bu filmi kendi sözleriyle Los Angeles’a bir aşk mektubu olarak çekmiş ve “magnum opus”u olarak görüyor. Üzerinde beş yıl çalıştığı bu senaryonun en kişisel senaryosu olduğunu söylüyor. Aynı zamanda filmi kendisinin “anı eseri” olarak nitelendiriyor ve bu açıdan Alfonso Cuaron’un Roma (2018) filmiyle karşılaştırıyor. Hem Brad Pitt hem de Leonardo Di Caprio ile aynı filmde çalışması açısından da kendisini Hollywood tarihindeki en şanslı yönetmenlerden biri olarak addediyor. Bu ikiliyi, Paul Newman & Robert Redford ikilisinden beri en heyecan verici ikili olarak görüyor. Yine Tarantino’ya göre Sharon Tate film boyunca meleksi bir mevcudiyete sahip.

Pulp Fiction (1994) ile Cannes’da Altın Palmiye kazanmış olan Tarantino 25 yıl sonra bu filmle Cannes’a dönüş yaptı ve film Cannes’da büyük ilgi çekti, hatta prömiyerinde yedi dakika boyunca ayakta alkışlanmış. Bu arada birbiri içine geçen birden fazla öykü barındırması açısından Tarantino bu filmin, Pulp Fiction’a en çok yaklaşan filmi olduğunu belirtmiş.

“Quentin Tarantino’nun 9. filmi” sloganıyla piyasaya sürülen Once Upon a Time in Hollywood, 10 film çektikten sonra sinemayı bırakacağını söyleyen yönetmenin – eğer sözünü tutarsa – sondan bir önceki filmi. Son filminin ise bir Star Trek filmi olacağı söyleniyor. Bekleyip görelim.

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)