Efendim bildiğimiz üzere tarihin tozlu sayfalarında çeşitli ikililer, zaman zaman birlikte anılırlar ve bunun sebebi de söz konusu ikililerin birbirleriyle olan rekabetleridir. Bu okazyonlarda genelde ikilinin bir üyesi diğerinden daha ünlü ve ön plandadır, diğeri daha az tanınır. Bu ikilileri politika, sanat, spor gibi alanlarda görebiliriz. İşte bu yazımda, bu ikililerden öyküleri sinema filmlerine dönüştürülmüş olanları listeledim. Keyifli okumalar ve belki daha sonrasında izlemeler. :)
1. Amadeus (1984) Milos Forman
Film, ünlü besteciler Wolfgang Amadeus Mozart ve Antonio Salieri arasındaki rekabeti anlatmakta. Yaşça büyük ve müzik alanında daha deneyimli olan Salieri, kendisinden çok daha genç ve "zıpır" bir müzisyen olan Mozart'ın yeteneği karşısında afallıyor ve bazen eşsiz bir dehanın deneyimden daha önemli olduğu
gerçeğiyle yüzleşiyor. Salieri rolünü F. Murray Abraham, Mozart rolünü de Tom Hulce oynuyor.
2. Annie Get Your Gun (1950) George Sidney
Buradaki ikilimiz hem rakipler hem de aşıklar. :) Filmde keskin nişancı bir kadın olan Annie Oakley ve yine kendisi gibi olan Frank Butler'ın ilişkisini görmekteyiz. Başrollerde Betty Hutton ve Howard Keel var.
3. Bloodsport (1988) Newt Arnold
Kendi alanının tartışmasız efsanelerinden Jean-Claude Van Damme reisin belki de en ünlü filmi olan bu filmde bir dövüş sanatları ustası Frank Dux'ı oynuyor ve bu tarz filmlerde olmazsa olmaz azılı rakip rolü de, Chong Li adlı dövüşçüyü canlandıran Bolo Yeung'a düşüyor.
4. Cromwell (1970) Ken Hughes
İngiltere'nin meşhur "Puritan" devrimine giden yolda Alec Guinness monarşinin temsili Kral I. Charles'ı canlandırırken Richard Harris, bir devrim fikriyle onun (şimdilik) antitezini sunan ve hatta kralın kellesinin uçurulmasını teklif eden Oliver Cromwell'i canlandırıyor. Kariyerinin sonraki dönemlerine baktığımızda pek de öyle masum olmayan biri olan Cromwell'i biraz kahramanlaştırsa da İngiliz tarihinde önemli bir dönüşüm dönemine ışık tutuyor film.
5. Mary of Scotland (1936) John Ford / Mary, Queen of Scots (1971) Charles Jarrott / Elizabeth: The Golden Age (2007) Shekhar Kapur
Sen İskoçya'dan kalk gel İngiliz tahtına göz koy, tabi Elizabeth durur mu yapıştırır cevabı, "Portakal, orda kal!" der. İşte bu üç filmde, Elizabeth'in tahtına göz koyan İskoçya Kraliçesi Mary'nin öyküsünü izliyoruz. İlk iki film adlarından anlaşılacağı üzere Mary'yi merkeze alırken, son film (ki kendisi 1998 yapımı "Elizabeth" filminin devam filmidir) kraliçe Elizabeth'i merkezine alıyor ve Mary burada bir yan karakter olarak kalıyor. Üç filmde Mary'yi sırasıyla Katharine Hepburn, Vanessa Redgrave ve Samantha Morton; Elizabeth'i ise Florence Eldridge, Glenda Jackson ve Cate Blanchett canlandırıyor.
6. Modigliani (2004) Mick Davis
Bu filmde yahudi-İtalyan ressam Amadeo Modigliani ile Pablo Picasso arasındaki dostluk ve rekabet öyküsünü izliyoruz. Picasso'yu hepimiz tanısak ve Modigliani'yi hiçbirimiz tanımasak da film merkeze Modigliani'yi alıyor adından da anlayabileceğimiz üzere. Modigliani'yi Andy Garcia, Picasso'yu ise Omid Djalili canlandırıyor.
7. Rush (2013) Ron Howard
Filmde Formula 1 yarışçıları James Hunt ve Niki Lauda arasındaki 1970 rekabetini izliyoruz. Yarışçıları sırayla Chris Hemsworth ve Daniel Brühl oynuyor.
8. The Other Boleyn Girl (2008) Justin Chadwick
Filmde, meşhur İngiliz kralı VIII. Henry'nin kalbini fethetmek konusunda yarışan iki kız kardeşin öyküsünü izliyoruz. Natalie Portman Anne Boleyn'i, Scarlett Johansson da Mary Boleyn'i canlandırıyor.
EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde... :)
Tecavüz olgusu, sinema tarihinde onlarca filmde farklı farklı biçimlerde işlenmiş bir olgudur. Bu yazımda bu olguyu, 1980’lere ait iki filmde; 1985 yapımı bir Türk filmi olan Banu Alkan’lı “Arzu” filminde ve 1988 yapımı bir Amerikan filmi olan Jodie Foster’lı “The Accused” filminde karşılaştırmalı olarak incelemeye çalışacağım.
Öncelikle belirtmeliyiz ki Banu Alkan’ın filmi, tahmin edilebileceği üzere, aslında tecavüz sahnelerini de bir “teşhir” aracı olarak kullandığı belli olan, bu yönden de bir “exploitation film” (istismar filmi) olarak niteleyebileceğimiz bir film. Ancak bu durumun, filmde tecavüz olgusuna bakış açısını detaylıca incelememize bir engel oluşturduğunu düşünmüyorum, çünkü film tecavüz olgusunu yalnızca bir istismar aracı olarak kesinlikle bırakmıyor ve onunla ilgili çeşitli bakış açıları da sunuyor. Buna başka bir örnek üzerinden de şöyle bakabiliriz: Mesela şiddet içerikli filmlerde de şiddetin pornografisini görebiliriz ama bu tür filmlerin (en azından hepsinin) tek amacı bu değildir, birçoğu bu çarpıcı imgeler sayesinde bizi şiddet olgusu üzerine düşünmeye çağırmaktadır. Burada sinema seyircisinin aynı zamanda bir “röntgenci” oluşu durumu da devreye giriyor. Sinemada bir şiddet sahnesi ya da bir tecavüz sahnesi ile karşılaştığımızda bu durumların birer “röntgenci”si oluyoruz ve ister istemez bu olgular üzerine düşünmek zorunda kalıyoruz.
Neyse, filmlerimize dönelim. “Arzu” filminin iki özelliğini söyleyerek hangi film olduğunu zihninizde netleştireyim: 1) Tolga Savacı var ve kendisi, fotomodel olan Banu Alkan’ın fotoğraflarını çekmek üzere onun evine gittiğinde ona tecavüz eden sapık fotoğrafçıyı canlandırıyor. 2) Bu film, şu meşhur “dım dırırırım dım dırırırım” şeklinde giden tekinsiz müziğin kullanıldığı o film. Hah, şimdi hatırladınız! :) Kıyısından köşesinden muhtelif zamanlarda gördüğüm bu filmi dün TV’de tekrar görüp sonuna kadar izledim. Bu arada bahsettiğim film müziği aslında ünlü yönetmen John Carpenter tarafından, kendisinin “Assault on Precinct 13” adlı gerilim filmi için bestelenmiş olan bir müziktir ama bizim yapımcılar fütursuzca alıp onu bu Banu Alkan filminde de kullanmışladır. İşte o müziğin linki, yazının devamında arka fon oluştursun:
Yukarıda da dediğimiz gibi Banu Alkan’ın canlandırdığı Arzu karakterine tecavüz eden tek bir kişi var, ve kendisi de filmin “yıldız”larından biri. Yani kendisi filmde sadece tecavüz eylemini gerçekleştiren bir konu mankeni olarak var olmaktansa kanlı canlı bir “karakter” olarak var. Bunun cesurca bir hamle olduğunu söyleyebiliriz. Jodie Foster’ın canlandırdığı Sarah Tobias karakteri ise bir grup gencin tecavüzüne uğruyor. Dolayısıyla tecavüz eylemi, anonim bir eyleme dönüştürülüyor ve belki de genel olarak “erkek ırkı”nın “kadın ırkı” üzerinde uygulayabileceği zulümlere yönelik bir genelleme de içeriyor. Tecavüz edenlerin yanı sıra, olayın geçtiği barda tecavüz eylemini izleyen, tecavüzcülere “tezahürat” eden erkekler de bulunuyor. “Arzu” filmi bir istismar filmi görünümü verse de bana göre her iki filmdeki tecavüz sahneleri de “rahatsız edici”. Tolga Savacı karakteri Banu Alakn’ı dövüyor, onu aşağılayıcı sözler söylüyor ve onu bağlayarak etkisiz hale getiriyor. Sarah Tobias karakterinin uğradığı zulüm bir türlü bitmek bilmiyor, durup izleyen ve bağırıp çağıran, dalga geçen insanlar olayı hepten sinir bozucu kılıyorlar.
Ancak diyebiliriz ki daha büyük trajedi her iki filmde de tecavüz olaylarının sonrasında gerçekleşiyor. Arzu’ya başta evine çağırdığı polisler, daha sonra da adliyedeki hakim, alttan alta suçlayıcı imalarda bulunuyorlar. Polis “Olayın tecavüz olup olmadığını belli eden izler var mı vücudunuzda?” diyor, “Saldırgan evinize geldiğinde üzerinizde bornoz vardı, sonrasında da ince bir şeyler giyindiniz, neden?” falan diye soruyor. Aynı şekilde adliyedeki hakim “Bağlanmış olmanız bir kanıt değil, bunu siz de talep etmiş olabilirsiniz.” falan diyor. Tecavüz olayının bitiminde ablasının ağladığını gören kız kardeşin görgü tanıklığı bile hafife alınıyor ve onun, kurban ablası olduğu için duruma taraflı yaklaşabileceği düşünülüyor. Dolayısıyla Arzu’nun yasal mücadelesi daha başından kendisini yargılayan ve çok da önemsemeyen bir sistemle karşı karşıya bırakıyor kendisini. Polisler saldırganı bulacaklarını söylüyorlar ama Tolga Savacı o sırada evini terk edip çoktan bir motele yerleşmiş oluyor. Sarah Tobias’ın yasal mücadelesinde de benzer sorunlar yaşanıyor. Tecavüz öncesi ağır alkollü olduğu tespit edilen Sarah’nın belki de alkollü haliyle saldırganları cinsel ilişkiye davet edecek hareketler yapmış olabileceği düşünülüyor, kendisi bunu reddetse bile. Ayrıca o günkü giyim tarzının da davetkar olabileceği düşünülüyor. Bir de Sarah’nın zamanında tecavüzcülerden biriyle flört etmiş olduğu gerçeği de şüphe uyandırıyor. Sarah’nın avukatı bir kadın, ve onu her durumda savunuyor. Avukatın kadın olması da kayda değer, çünkü belki de erkek bakış açısıyla kurbanın üstüne dikilen yargılayıcı gözlere bir alternatif olarak avukat, Sarah’nın trajedisini ve onun bu konudaki dürüstlüğünü hissedebiliyor ve onunla daha iyi empati kuruyor. Sarah’nın adli mücadelesi bu avukat sayesinde daha sistematik bir biçimde gerçekleşse de tecavüzcülerden biri adalet sisteminin içinden birinden torpilli çıkınca tecavüzcüler kefaletle serbest bırakılıyorlar!
Tecavüz durumu sonrasında iki kadının sevgililerinin tutumları da incelemeye değer. Sarah’nın sevgilisi Larry bir uyuşturucu satıcısı ve öyküde etkisiz bir eleman olarak kalıyor. Hatta tecavüzden çok kısa süre sonra Sarah ile cinsel ilişkiye girmek istiyor, Sarah da son derece anlayışsız bulduğu erkek arkadaşını evden kovuyor ve bir daha gelmemesini söylüyor. Arzu’nun sevgilisi olan Tan ise, bu travmatik durum sonrası Arzu’ya psikolojik anlamda çok destek oluyor ve onun bu travmayı atlatabilmesi için çabalıyor, onu ve kız kardeşini deniz kenarında bir tatile götürüyor falan. Hatta şöyle ilginç bir durum bile var: Tecavüz sonrasında Arzu, bazı geceler Tolga Savacı’yı rüyasında görüyor ama bu rüyalarda onun tecavüzüne uğramaktansa onunla kendi isteğiyle sevişiyor! Film burada da yine bence çok cesurca bir şey yapmış oluyor ve bize şu soruyu soruyor: Eğer tecavüz kurbanı, tecavüz olayının ardından bilinçaltının derinliklerinde evrilen bazı hisler sonucu tecavüzcüsüne karşı konulamaz bir cinsel çekim hissetmeye başladıysa, bu durum tecavüz olayını aklayabilir mi? Ama film bu soruya “Hayır.” cevabını da veriyor, çünkü Arzu, bilinç düzeyinde, yani uyanıkken bu rüyalardan müthiş rahatsız oluyor ve üzülüyor. Bu durumu sevgilisine de açıklıyor ve sevgilisi de tipik kıskançlık krizlerine girmek yerine Arzu’nun travmatik ruh halini anlayışla karşılamaya çalışıyor. Çünkü Arzu tecavüzcüsüne karşı bilinç düzeyinde nefretle dolu, bu çok net, ve o gerçekten tecavüze uğradı, bu da çok net.
Tecavüz sonrası medyanın rolü de her iki filmde oldukça önemli. Arzu ünlü bir fotomodel olduğu için medya hemen bu durumu “değerli bir haber” olarak nitelendiriyor ve daha travmayı atlatamamış olan Arzu’yu detaylı sorularıyla iyice boğuyorlar. Sevgilisi burada da Arzu’yu korumaya çalışıyor. Aynı şekilde Sarah Tobias, kendisi ünlü bir kadın olmasa da dava ünlü hale geldiği için, mahkeme önelerinde medya mensupları tarafından adeta çiğ çiğ yenecek konuma geliyor. Onu da avukatı korumaya çalışıyor.
Ancak Sarah’nın avukatının %100 güçlü bir kadın figürü olduğunu söylersek de yanıltmış oluruz. Nitekim kendisinin de başlarda Sarah ile ilgili şüpheleri oluyor ve bunun yanı sıra, saldırganlar kefaletle serbest bırakılınca onların avukatlarıyla bir anlaşma yapıp kefalet yerine hayli azaltılmış bir hapis cezası isteğinde bulunuyor. Bu durum, avukatın bir şekilde yenilgiyi kabullenmesi anlamına geliyor. Bu da Sarah’yı çileden çıkarıyor ve kendisi “tam adalet” talebinde bulunuyor. Yani avukatı güdüleyen biraz da Sarah aslında bu adalet yolunda. Tecavüzcülerin yanı sıra izleyip el çırpanlara da ceza isteminde bulunuluyor ve tecavüz eylemine tepkisiz bir seyirci olmanın da bir tür suç olduğu vurgulanıyor. Hatta filmin sonlarına doğru Sarah’nın, mahkemeye gelip tanıklık etmesini istediği Kenneth adlı çocuk, seyirci kalmanın bir suç olmadığını, olayın bir şov gibi olduğunu ve insanların izlemesinin çok da büyük bir olay olmadığını söylüyor! Ama sonunda Kenneth içsel bir vicdani muhasebe geçirerek mahkemeye geliyor ve tanıklıkta bulunuyor. Sonuç olarak dava avukat tarafından kazanılıyor, tecavüzcüler ve tezahüratçı izleyiciler ceza alıyor ve Sarah zafer kazanıyor.
Arzu’nun kazandığı zafer ise çok daha başka! Kendisi adalet sisteminden yediği tokatın ardından, biraz da travmasını atlatmak için sevgilisi ve kız kardeşiyle birlikte o deniz kenarı tatiline çıkıyor. Ancak Tolga Savacı da kendisinin izini buluyor. Arzu ve sevgilisi tekneden uzakta yüzerlerken ve kız kardeş teknedeyken Tolga Savacı tekneye çıkıyor ve bu sefer de kız kardeşe tecavüz etmeye çalışıyor. Kız kardeşin çığlıklarını duyan Arzu ve sevgilisi tekneye çıkıyorlar. Tolga Savacı, sevgiliyi döverek denize atıyor. Arzu’ya yaklaşmaktayken Arzu orada bulunan zıpkını alarak Tolga Savacı’yı karnından vuruyor. Böylece Tolga Savacı ölüyor.
Sarah Tobias’ın zaferi, uzun ve zorlu bir adli mücadelenin sonunda kem kendisinin hem de avukatının, yani iki kadının elde ettiği başarı sonucunda gerçekleşiyor. Arzu ise, adli sistem tarafından çözümsüz bırakılmış bir kadının, ipleri kendi eline alışını ve kendi adaletini kendisinin sağlayışını simgeliyor. İlk filmde saldırganlar adli cezalar alırken ikincisinde saldırgan direk ölüyor. Her iki durumda da kurbanlar için en büyük çabayı gösterenin ve zaferi kazanmada en büyük rolü olanın yine kurbanların kendileri olduğu gerçeği kayda değer.
EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde…
Efendim artık "ikonik"leşmiş korku karakterlerinin bir araya getirildiği çeşitli görsel sanat ürünlerini zaman zaman görmüşsünüzdür. Ben de bunlardan çok beğendiğim 20 tanesini burada bir araya getirmek istedim. Yapanların ellerine sağlık, çok iyi işler çıkarmışlar ortaya. :)
EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde... :)