“Dead Man”, yönetmeni Jim Jarmusch tarafından “psychedelic western” olarak tanımlanan bir film. Film hem klasik western anlatılarından, hem Jarmusch’un özgün tarzından parçalar içeriyor, bunun yanı sıra mistik ve sürreal dokunuşlar da mevcut. Birçoklarına göre film, “postmodern western” türünün de başlatıcısı oluyor. Dolayısıyla 21. yüzyılda da başarılı örneklerini gördüğümüz neo-western filmlerinin bir öncüsü olarak görebiliriz bu filmi. Bu yönüyle önemli bir kült film de aynı zamanda.
Filmi ilginç kılan yönlerden biri de ünlü İngiliz şair William Blake’e yaptığı atıflar. Blake, 1757-1827 yılları arasında yaşamış ve İngiliz Romantizmine öncülük etmiş önemli bir figür. Filmde Johnny Depp’in oynadığı başkarakterin adı da William Blake. Filmdeki William, muhasebeci olarak çalışmak üzere gittiği bir kasabada işin başka birine verilmiş olduğunu öğrendikten sonra Thel adlı bir kızla tanışır ve yakınlaşır. Bu karakterin ismi, şair Blake’in 1789’da yazdığı “The Book of Thel” adlı şiire bir atıftır. Şiirin başkarakteri olan Thel, masumiyete ve ölümsüzlüğe sahiptir. Kendisi, maddi dünyaya girip ölümlülüğü kabul etmek konusunda çekinceler yaşayan, henüz doğmamış bir ruh olarak görünmektedir. Dünya üzerinde yaşayan ölümlüler hakkında bilgi edinmek istiyorsa ölümlülüğü göze almalıdır. Şiir boyunca da ölümlülüğü, gençliğin geçiciliğini, hayatın kırılganlığını sorgular. Bilgisizliğin korunmalı masumiyeti ile bilginin yaşattığı deneyim ve değişim, Blake için önemli temalardır. (Blake, dualiteler ve bunların karşılaştırılması, birleştirilmesi temalarına genel olarak çok ilgi duyar.) Bedeli olsa da bilgi, insanda merak uyandırır. Şiirin ana karakteri Thel’in ismi “arzu, istek, irade” anlamlarına gelir. Şiirin sonunda Thel, gerçek dünyayı, dünyevi arzuları ve ölümlülüğü tanımak için davet edilir ama tüm bunlardan korkup tekrar ruh dünyasına geri döner. Filmdeki Thel, bizim William’ı evine götürür, sevişirler, ama tam o anda Thel’in eski sevgilisi içeri girer, William’ı öldürmeye kalkışır, Thel kendisini siper eder ve ölür. Arzu ve ölüm. Aşkın bilgisi için ödenen bedel.
Filmde Thel’in ölümünden sonra William oradan kaçar ve bir Kızılderili tarafından bulunur. Bu arada kendisinin başına bir ödül konmuştur ve ödül avcıları tarafından aranmaktadır. Onu bulan Nobody adlı Kızılderili William’ın adını ve soyadını öğrendiğinde, onun, şair William Blake’in reenkarnasyonu olduğunu düşünür. Filmdeki William, şairi tanımadığı için Nobody’nin sözlerini anlamaz fakat şair Blake, Nobody için önemli bir rol modelidir. Nobody çocukluğunda İngilizler tarafından kaçırılıp Avrupa’ya getirilmiş ve sirklerde sergilenmiştir. Burada aynı zamanda şair William Blake’in eserleriyle tanışmış ve onu çok sevmiştir.
William ile Nobody, yolculuklarının bir aşamasında bağnaz ve yobaz bir misyoner ile karşılaşırlar. Bu misyoner öncelikle Nobody’ye karşı ırkçı ve nefret dolu bir tavır sergiler, onu bir kafir olarak niteler. Ama sonrasında William’ı tanır ve William üzerine bir ödül koyulduğu için onu öldürmeye çalışır ama kendisi ölür. Filmde böyle kötücül bir Hıristiyan figürünün yer almasını yine şair William Blake’le ilişkilendirebiliriz. Blake İncil’e saygı duyar ama kiliseye ve organize dine karşıdır, bu tavrını eserlerinde de dile getirmiştir.
Filmin sonunda William yavaş yavaş ölmekteyken ve bir kano içinde denize doğru sürüklenirken kıyıda Nobody’yi ve ona doğru yaklaşan filmin kötü karakteri, acımasız katil Cole’u görür. William’ın son gördüğü şey, Nobody ile Cole’un birbirlerini vurarak öldürmeleridir. İşte, zıtların karşılaşması, eşitlenmesi ve birleşmesi. Dualitenin çok net bir tablosu. Böyle bir birleşme ardından William artık ölmeye hazırdır.
William Blake’in “Auguries of Innocence” adlı şiirinden muhteşem bir pasaj, filmde de geçmektedir. Sözü bu pasaj ile bitirelim:
“Every night and every morn,
Some to misery are born.
Every morn and every night,
Some are born to sweet delight.
Some are born to sweet delight;
Some are born to endless night.”
EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder