11 Ağustos 2015 Salı

"MUHTEŞEM FİLM NEDİR?" KONULU 10 MADDELİK MANİFESTO - EMRE KARA

Eveeet işsizlikten bu manifestoyu kaleme alıyorum. :) Benim için kalite hususunda temelde üç tür film vardır: kötü filmler, iyi filmler, ve muhteşem filmler. Çok beğendiğim filmlere sürekli "muhteşem, muhteşem" deyip "muhteşem" kelimesini ne çok kullandığım yönünde dönütler aldığım da olmuştur, çünkü birilerine önerdiğim filmler genelde "muhteşem" olanlardır. İyi filmlerle muhteşem filmler arasındaki fark nedir? İyi filmler, iyi bir film olabilmek için belli başlı bazı kodları takip eden, bazı alışılageldik, denenmiş ve sabitlenmiş kurallara uyan, yani güvenli sularda yüzen filmlerdir. Bunların çoğu bana göre ortalama (mediocre) filmlerdir ve birçoğunun neden insanlar tarafından bu denli yüceltildiğini asla anlayamam. Ama sorsalar bunlara kötü film de demem yani, iyi derim. Muhteşem filmler ise daha azınlıktadır ve daha başka bir olaydır onlar.

Kendimce muhteşem film olabilmek için bir filmin sahip olabileceği bazı özellikleri topladım bir araya. Muhteşem bir film bunlardan birine ve çoğu kez birden fazlasına sahip olabilir. Bu maddeleri fazla dikte edici, fazla "prescriptive" bulabilirsiniz, o zaman na napiyim gardaşım, burası benim blogum, benim bölgem, ne istersem yazarım. :D

Eheh, şimdi o derlediğim 10 maddeye geliciim, ve her birini tamamen kişisel olan film örnekleriyle de örneklendiriciim. Bir filmi muhteşem yapanlar neler olabilir?

1) Sinema tarihinde belirgin bir akımın, eğilimin ya da tarzın öncüsü ya da çok iyi bir temsilcisi olmak.
Ama bu öncülüğü, bu avangardlığı sırf avangardlık olsun diye, zorlama bir çabayla değil de doğal olarak, öyle geldiği için yapmak. Avangard olunmaz, avangard doğulur. :) Bu yüzden mesela Jean-Luc Godard değil François Truffaut.
Bu maddeyle ilgili bazı örnekler sıralayayım: Fransız Yeni Dalgası'nı tek bir filme sığdırmak istesem bunu "Jules and Jim" ile yapardım sanırım. Sessiz komediyi Chaplin'in "The Gold Rush", "City Lights", "Modern Times" filmleriyle anabiliriz. İtalyan yeni gerçekliğini "Bicycle Thieves" ile hatırlayabiliriz.



2) Defalarca izlenebilmek ve eskimemek.
Bu elbette ki öznel bir madde oluyor ve muhteşemliği subjektifleştiriyor, fakat hep öyle değil midir azizim. :) Defalarca izlersiniz çünkü her seferinde aynı keyfi alabiliyorsunuzdur. Ama seyircide bunu sağlayabilmekte de elbette bir ustalık payı olmalı. Benim defalarca bıkmadan izleyebileceğim filmler arasında "The Silence of the Lambs", "The Shining", "Halloween" gibi filmler yer alıyor.



3) Çok katmanlı ve yoğun olmak, kendini çok kolay açmamak, her yeni izlemede yeni bir şeyler sunabilmek ve derin analizlere açık olmak.
İkinci maddeyle benzeşse de aynı değil. İkinci maddedeki filmleri sahnesi sahnesine ezberlemiş ve özümsemiş olabilirsiniz ama sırf aynı izleme deneyimini yaşamak için tekrar izlemek isteyebilirsiniz. Bu üçüncü maddedeki filmler ise yoğunlukları sayesinde birden fazla izlenmeyi isteyebilirler, ve yeniden izlediğimizde yeni şeyler bulmak bize heyecan verir. Bu da yine filmin eskimemesinin bir yoludur. Bu konuda Tarkovsky filmlerini, "Persona"yı örnek gösterebilirim.



4) Evrensel insani hislerin bam teline dokunabilmek.
Tutku, arzu, kaybediş, ölüm, korku, mutluluk, hüzün, adını siz koyun. Her birimizde var olan hislerin ekrandaki başka bir insanda karşılığını görmek ve birileriyle aynı hisleri paylaştığını bilmek. Özdeşleşme.
"Bicycle Thieves" filmindeki çaresizlik, "Tokyo Story"deki unutulmuşluk, "Wild Strawberries"deki ölüme yaklaşma ve anlam arayışı, "Taxi Driver"daki yalnızlık, "Manon of the Spring"deki arzu, "Aguirre, the Wrath of God"daki tutku, "Cinema Paradiso"daki nostalji.




5) Sinema tekniği anlamında orijinal ve ustalıklı bir şeyler sunmak.
İşin teknik kısmı da elbette önemli ve bir yönetmene ait bambaşka bir sinema dili ve tekniği bulabiliyorsak bu da çok kayda değer bence.
Örnek olarak "Citizen Kane"in kamera kullanımına ve kurguya getirdiği yenilikleri, "Rashomon"un alternatif öykü anlatımını, "Koyaanisqatsi"nin şiirsel belgeselciliğini, "8 1/2" ya da "Arizona Dream"in muhteşem gerçek-hayal kombinasyonunu, "Pulp Fiction"ın döngüsel kurgusunu, "Memento"nun ters kronolojisini, "Amores Perros" ya da "Before the Rain"in kesişimli öykü anlatımını verebilirim.



6) Sinema tarihinde eşsiz bir yerde durmak.
Yapılmamış olanı yapmak, sınırları zorlamak falan.
Mesela Richard Linklater'ın "Before Sunrise/Sunset/Midnight" üçlemesinde aynı çifti 9'ar yıllık aralarla takip etmemiz, eşsiz ve büyüleyici bir şey. Kieslowski'nin üç Fransız ideali üzerine üç kadınla üç ayrı film çekmesi, on emir üzerine on film çekmesi falan.



7) Büyük bir ustalıkla kaleme alınmış bir senaryoya sahip olmak.
Hitchcock "İyi bir film için üç şey gereklidir: senaryo, senaryo ve senaryo." demiş. Hem iyi bir öyküye, hem de replik replik iyi bir senaryoya sahip olan bir filmin kötü çıkması çok zor. Ancak yönetmen ve oyuncular aşırı beceriksizse olabilir bu.
Muhteşem ustalıkta senaryoya sahip filmlere örnek olarak "Casablanca", "Psycho", "Chinatown", "The Silence of the Lambs", "The Usual Suspects", "Fargo", "American Beauty", "Magnolia", "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" gibi filmleri gösterebilirim.



8) Eğer tür filmiyse ait olduğu türün en iyi temsilcileri arasında yer almak.
Mesela bilimkurgu için "Blade Runner" veya "Alien". Korku için "Psycho" veya "The Shining". Fantastik için "The Lord of the Rings" üçlemesi. Müzikal için "Singin' in the Rain". Savaş için "Platoon". Western için "Once Upon a Time in the West" ya da "The Good, the Bad and the Ugly". Film-noir için "Sunset Blvd." ya da "The Third Man".



9) İnsanın kendi varoluşuyla, insanlıkla, evrendeki yeriyle ya da Tanrı'yla olan ilişkisi üzerine, insanın anlam arayışı ve manevi/varoluşsal sorgulamaları üzerine kafa yormak.
Cevaplar vermek değil, kafa yormak, çünkü bu konuda cevaplar vermek kolay değil, ki sanat cevaplar vermekten çok sorular sormalıdır.
Bazı örnekler olarak "It's a Wonderful Life", "Ordet", "The Thin Red Line", "The Tree of Life"gibi filmleri ya da Bergman, Tarkovsky gibi yönetmenleri gösterebiliriz.



10) Duygu dünyasında kalıcı bir iz ya da düşünce dünyasında kalıcı bir değişim bırakmak.
Bazı filmler vardır ki izlersiniz, üzerinden çok zaman geçer, belki filmdeki olayları büyük ölçüde unutursunuz ama film bittiğinde sizde kalan duyguyu ilk günkü gibi hatırlarsınız, hala aynı tat damağınızdadır. Çünkü film herhangi bir duyguyu had safhada, büyük bir yoğunlukta yaşatmıştır size. Ya da bir film izlersiniz, hayatınız değişir. Dünyaya bakışınızı etkiler, ufkunuzu genişletir, düşünce dünyanıza yeni bakış açıları kazandırır.
Çok yoğun duygu deneyimi yaşadığım filmler arasında "Requiem for a Dream", "The Lives of Others", "The Hunt"ı gösterebilirim.
Düşünce dünyamda kalıcı iz bırakan filmler arasında "Das Experiment", "Dogville" gibi filmleri, Haneke'nin filmlerini gösterebilirim.



EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder