12 Ağustos 2016 Cuma

SUICIDE SQUAD - EMRE KARA



“Suicide Squad”i sinemaya girdiği gün hemen izleyeyim dedim, çünkü uzun süredir merakla bekliyordum. Dünya çapında eleştirmenler ve seyircilerden aldığı olumsuz tepkileri göz ardı ederek ve ön yargısız izlemeye çalıştım. Sonuç olarak bu kadar yere vurulmasının haksızlık olduğunu düşünüyorum, ama kusursuz bir film olmadığını da kabul ediyorum. O halde başlayalım…

Öncelikle filmin biraz “kafası karışık” durmasına neden olmuş olabilecek teknik detaylardan söz edelim: “Batman v Superman: Dawn of Justice” filminin eleştirmenler ve seyirciler tarafından aşırı karanlık ve kasvetli bulunmasının ardından, “Suicide Squad”in nasıl bir modda olacağı konusunda farklı görüşler ortaya atılmış. Yapımcılar bu filme daha çok mizah ve hafif sahneler eklemek istedikleri için, yönetmen Ayer’in orijinal kurgusuna yeni sahneler çekilip eklenmesini talep etmişler. Bu mizahi dokunun genel itibariyle hoş bir ekleme olduğunu söyleyebiliriz sanırım, ama zaman zaman tuhaf kaçtığını da söylemek gerek. Şimdi “Lan karanlık yapınca karanlık, mizahi yapınca tuhaf?” diyorsanız eğer ben “Batman v Superman”in karanlığından ya da genel olarak DC karanlığından hiç rahatsız değilim. Ha “Suicide Squad”deki mizahtan da rahatsız değilim, ama stüdyo sırf daha çok seyirciye yaranmak için yönetmenin orijinal vizyonuna müdahale ediyorsa bu etik değil bence. :)

Ayrıca Ayer’e, filmin son halini 5 Ağustos’a hazır etmesi için hayli baskı yapılmış stüdyo tarafından. Bu süreçte bir de sürekli değişen editörler ile çalışmak zorunda kalmış yönetmen. Filmin kurgusundaki kusurluluğun önemli bir nedeni bu bence. Ah stüdyolar ve onların, ceplerine girecek paradan başka hiçbir şeyi düşünmeyen yöneticileri. Yönetmenleri kendi hallerine, kendi vizyonlarına bırakmayan köpekler! :)

Bunun yanı sıra filmin, tamamen bağımsız bir film olmaktansa “Batman v Superman: Dawn of Justice” filmine bir devam filmi işlevi de gördüğünü belirtmek gerek. Tabi direkt bir devam filmi değil ama olayların, o filmdeki olaylardan hemen sonra geçiyor olduğunun sinyalleri diyaloglar içerisinde veriliyor ve o filme birçok referansta bulunuluyor. Batman ve Flash karakterleri, filmin flashback sahnelerinde karşımıza çıkıyorlar. Dolayısıyla önce o film izlenmezse kafa karışıklığı yaşanabilir yer yer.

Gelelim benim için en önemli problematik noktaya. Film çok çok çok karakterli olduğu için, bu kadar fazla karakter içeren bir öyküyü yazmak ve bunu bütünlüklü bir biçimde yapabilmek zorlaşıyor. Filmin süresinin de iki saat olduğunu göz önüne alırsak, film sürekli değişen odak noktaları zincirine dönüşüyor ve açıkçası dağınık duruyor. Karakterlerin her birine, onları iyice özümsememiz için yeterli zaman tanınamıyor. Mesela Jared Leto bir röportajda, Joker’in birçok sahnesinin filmin son halinden kesildiğini ve bundan pek memnun olmadığını belirtmiş. Joker gibi önemli bir karakter, filmde yalnızca “damsel in distress” Harley Quinn’i lanet olası federallerden kurtarmayı misyon edinen ama bunu da başaramayan bir karakter olarak yer alıyor. Halbuki bu kadar önemli bir karakter daha iyi manipüle edilebilirmiş. Diğer bazı karakterlerin geçmişlerine odaklanan daha fazla flashback sahneleri çekilmiş ama filmin son halinde yer bulamamış. Geçmişlerine iyi hakim olduğumuz karakterler arasında Deadshot, Harley Quinn, Diablo yer alıyor. Ama Boomerang, Killer Croc, Slipknot, Katana karakterleri sanki hızlıca es geçiliyor. Bir de bazı flashback sahneleri, Amanda Waller’ın, kötüleri içeren dosyayı özet geçmesi içerisinde verilirken diğer bazı flashback sahneleri filmin içerisine biraz rastgele serpiştirilmiş gibi duruyor. Şu an ile geçmiş arasındaki geçişlerin daha yumuşak, yapısal ve kurgusal anlamda daha ritimli ve filmin temposunu doğal kılacak şekilde olmasını tercih ederdim.

Tam da burada hemen çok önemli bir noktaya değinmek istiyorum. Son dönemde genel olarak Marvel filmlerinin DC filmlerinden daha başarılı bulunduğu bir gerçek. Ama bence bundaki en önemli faktör, Marvel’in film üretirken izlediği kronoloji. Ne yaptı Marvel? Önce “Iron Man”i (2008) tanıttı seyirciye, sonra “Captain America”yı (2011) ve “Thor”u (2011), en son bunları “The Avengers”ta (2012) bir araya getirdi. Yani önce her bir karakteri ayrı ayrı sunup seyircinin onları sindirmesini sağladı, daha sonra onları bir araya getirdi. Gel gelelim yakın zaman DC filmlerine. Bu filmlerin, Christopher Nolan’ın üçlemesinden bağımsız olduğunu biliyoruz, oyuncular değişiyor çünkü. Dolayısıyla “Man of Steel” (2013) adlı solo Superman filminden hemen sonra “Batman v Superman: Dawn of Justice” (2016) çekildi ve içinde kimler yoktu ki: Batman, Superman, Lex Luthor, Wonder Woman, Flash, Aquaman vs. Dolayısıyla film biraz çorba gibiydi ve sanki “Justice League”de olacaklar için bir ön hazırlık, bir intro havası taşıyordu. Ha ben yine de sözümün arkasındayım, filmi seviyorum ama Marvel’in stratejisiyle karşılaştırdığımızda bu durumun bir hata olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla “Suicide Squad”de de bir çorbalık hali yok değil, çünkü birçok karakteri ilk defa bu filmde görüyoruz.

Karakterlerin bazı flashback sahnelerinin de biraz fazla sentimentalliğe kaçtığını düşünmedim değil. Deadshot gibi gözü kara ve gaddar bir tetikçinin, küçük kızı üzülmesin diye kendisini Batman’e teslim etmesi ve hapse girmeyi göze alması mesela. Ya da Diablo’nun bir öfke nöbetinde tüm ailesini yakıp sonra bir daha ateş çıkarma gücünü kullanmamaya karar vermesi. Tabi burada ufak bir senaryo kurnazlığı var. Diablo ateş gücünü kullanmaya istekli olsaydı zaten vurdulu kırdılı, bol aksiyonlu sahnelere pek gerek kalmazdı, çünkü Diablocuğumuz ortalığı yakıp yıkarak tüm problemi çözerdi. Takımın her üyesini ön plana çıkarabilmek için Diablo tövbekâr yapılmış yani. :)

Bir de bir başka önemli nokta: Amanda Waller ekibimizi toplayıp onları kötülüğe karşı savaşma misyonunda kullanacağını söylerken, bu misyonun ne olduğu bir türlü belirtilmiyor. Yok “büyük tehditler” deniyor, yok Tahran’dan bir belge masa üstüne fırlatılıyor falan. Ama sonradan görüyoruz ki karakterlerimiz, gücü eline alan Enchantress karakterine karşı savaşıyorlar. Fakat Enchantress’ın büyük güce kavuşması zaten filmin akışı içerisinde gerçekleşen bir olay. Hal böyleyken, bizim ekibin ilk toplanma amacı neydi, neyle mücadele edeceklerdi onu bilemiyoruz.

Biraz da övgü. Bence oyunculuklar hayli iyiydi ve herkes karakterini en iyi şekilde yansıtmıştı. Ancak filmin yıldızının Margot Robbie/Harley Quinn olduğunu ve filmi en çok onun götürdüğünü itiraf etmeliyim. Yarabbim aşık oldum. <3 Ayrıca Jared Leto’nun Joker yorumunu da hayli beğendim. Jack Nicholson, Heath Ledger, Jared Leto hepsi kendi içinde iyi ve hepsi orijinal Joker'ler oldular benim gözümde. Leto orijinal olmak ve taklit olmamak için özellikle çaba harcamış ve işe de yaramış. Filmin sinematografisi ve o stilize havası da güzeldi. Karakterlerin görünümleri özenli ve orijinaldi. “Bohemian Rhapsody” ile müthiş bir müzik tercihi yapılmıştı. Karakterlerin kendileri için hayal ettikleri ideal hayatların gösterildiği sahneler tam anlamıyla muhteşemdi ve filmdeki favori bölümümdü.

Bence siz de kimin ne dediğine fazla takmaksızın “Suicide Squad”i izleyin. Kritik bir gözle filmi iyi mi kötü mü bulacağınızı bilemem ama çok eğleneceğiniz garanti, ayrıca DC evreninde önemli bir noktada duran, “hero” değil “villain” ya da belki “antihero” filmi olan bir eser izlemiş olacaksınız. Ha bir de Margot Robbie. :)

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder