27 Aralık 2016 Salı

20 FİLM İLE SİNEMADA KARA MİZAH - EMRE KARA


Kara mizah genel tanımıyla ciddi, trajik, karanlık, ürkütücü, hatta tabu konuları komik bir tarzda ele alan mizahtır. Dolayısıyla onu ilginç ve hoş kılan şey, ele aldığı konular ile bu konuları ele alış biçimi arasındaki tezatın yarattığı tuhaf ama ilgi çekici ironidir. Kara mizah içerikli eserlerin bir başka önemli yanı da zekice bir alaycılık (cynicism) ve alttan alta eleştiri içermeleridir. Bu eleştiriler şiddet, ayrımcılık, psikolojik rahatsızlıklar, değişik cinsel eylemler, din gibi meselelere eğilebilir. Dolayısıyla hem güldürüp hem de rahatsız etme özelliğine sahiplerdir. Fransızca “humour noir” terimi Andre Breton tarafından oluşturuluyor ve kendisine göre Jonathan Swift, kara mizahın ilk örneklerini ortaya koyan kişi. Sinemada bence kara mizahı filmlerine en iyi yediren yönetmenler arasında Luis Bunuel, John Waters, Coen Kardeşler, Todd Solondz gibi isimleri sayabiliriz.

Şimdi sinemada kara mizah kullanımını, özenle seçmeye çalıştığım 20 film üzerinden özetlemeye çalışalım:

THE EXTERMINATING ANGEL (1962) LUIS BUNUEL
Bunuel’in bu filmi, bir üst-burjuva yemek partisinden bir türlü ayrılamayan bir grup insanı ele alıyor. Onları resmen iç mekana hapseden ve gitmelerine izin vermeyen, ama hiçbirinin farkında olmadığı ve karşı koyamadığı doğaüstü bir güç söz konusu ve bu da filmi ilginç bir fantastik film yapıyor. Bunuel’in bu filmi burjuva alışkanlıklarını, sahte nezaketi, gösterişçiliği, bütün rol yapmaların nasıl kısa sürede çöküşe uğrayabileceğini, insanların yapay yaşam biçimleriyle kendi kendilerini içine soktukları görünmez hapishaneleri ustalıkla eleştiriyor.

DR. STRANGELOVE (1964) STANLEY KUBRICK
Kubrick’in bu zekice komedisi, hem Amerika- Sovyetler rekabetini, hem nükleer felaket paranoyasını, hem de genel olarak savaşın absürdlüğünü muhteşem bir kurgusal öykü üzerinden ele alıyor.

POLYESTER (1981) JOHN WATERS
Bir banliyö ev kadınının hayatı bir anda dağılıyor: Porno yönetmeni kocası onu aldatıyor, kızı hamile kalıyor, oğlu ise cinsel tacizci çıkıyor. Söz konusu ev kadınını harika Divine’ın oynadığı film bence John Waters’ın en iyi filmi. Film hem banliyöde Amerikan rüyasını yaşayan idealize aile kavramını tepetaklak ederken hem de Douglas Sirk-vari melodramların müthiş bir parodisini yapıyor.

A FISH CALLED WANDA (1988) CHARLES CRICHTON
Film, birlikte soygun yapan dört kişinin daha sonra birbirlerinin arkasından kurnazca iş çevirmelerini ele alıyor. Kahkahalarla izlenebilecek film aynı zamanda son derece zekice yazılmış bir suç filmi.

MAN BITES DOG (1992) REMY BELVAUX, ANDRE BONZEL, BENOIT POELVOORDE
Bu “sahte belgesel” türündeki filmde bir film ekibimiz, acımasız bir katilin gündelik rutinini kameraya alıyorlar ancak zaman ilerledikçe kendileri de bu vahşetin içine çekilmeye başlıyorlar. Orijinal adının Türkçesi “Her şey sizin evinizin yakınında oldu.” olan bu film, oldukça gerçekçi yaklaşımıyla şiddetin aslında hayatın tam içinde, evimizin yakınında olduğunu ve onun içine çekilmemizin ne kadar kolay olduğunu bizlere hatırlatıyor.

BAD BOY BUBBY (1993) ROLF DE HEER
“Forrest Gump”ın daha sayko bir versiyonu. Annesi tarafından otuz yıl boyunca bir odada hapsedilmiş ve zeka geriliği olan Bubby bir gün buradan kaçar ve gerçek yaşamla tanışır. Ne dünya ona hazırdır, ne de o dünyaya.

WELCOME TO THE DOLLHOUSE (1995) TODD SOLONDZ
Todd Solondz filmleri bence kara mizahın belki de en kara, kapkara hali. Filmleri son derece rahatsız edici. Birbirinden eksantrik karakterlerin yer aldığı bu filmler hayli tabu konuları ve durumları ele alıyor ve Solondz asla gözünü budaktan sakınmıyor, asla politik doğruluğa kaçmıyor. Bu filminde herkes ama herkes tarafından ezilen, dışlanan küçük bir kızın hayatını izliyoruz.

GUMMO (1997) HARMONY KORINE
Bir kasırganın yerle bir ettiği harabe bir kasabada bir grup “white trash” olarak tanımlanabilecek insanın sıkıcı, boş, absürd ve nihilist yaşamlarını ele alan film hem hayli rahatsız edici, hem de çok net ve direkt.

THE IDIOTS (1998) LARS VON TRIER
Dogma akımının ilk filmlerinden olan bu filmde, aynı evde yaşayan bir grup insanın, toplumsal kodları ve sınırları aşabilmek adına dış ortamlarda birer geri zekalıyı oynadıklarına şahit oluyoruz.

SNATCH (2000) GUY RITCHIE
Gangsterlerle ve yer altı dünyasına ait insanlarla dolu, bol silahlı ve bol cinayetli bir suç filmi olsa da içinde hayli mizahi sahneler de içermekte.

SECRETARY (2002) STEVEN SHAINBERG
Akıl hastanesinden yeni çıkmış bir kadın, gizemli bir avukatın sekreteri olarak çalışmaya başlıyor ve ikili arasında absürd bir sadomazoşist ilişki gelişiyor. Film karanlık ve tuhaf olmayı başarırken bir yandan da romantik-komedi konvansiyonlarını kullanmaktan çekinmiyor ve bu iki tarz arasında ilginç bir denge kuruyor.

KISS KISS BANG BANG (2005) SHANE BLACK
Film bir cinayet gizemini çözmek üzere bir araya gelen bir dedektif, bir aktris ve bir hırsızı ele alıyor ve hem komik hem trajik olmayı ustalıkla başarıyor.

LARS AND THE REAL GIRL (2007) CRAIG GILLESPIE
Film yapayalnız ve iletişime kapalı bir adamın, internetten satın aldığı bir “sex doll” ile ciddi ciddi romantik bir ilişkiye girmesini ele alıyor.

IN BRUGES (2008) MARTIN McDONAGH
Temelde bir suç-dram filmi olan “In Bruges”, iki gangster arkadaşın Bruges’deki maceralarını anlatıyor ve kara mizah dokunuşları içeriyor.

A SERIOUS MAN (2009) JOEL & ETHAN COEN
Larry Gopnik adlı bir öğretmenin hayatı bir anda her yönden ve her açıdan kontrolden çıkıyor ve dağılmaya başlıyor. Ne yapsa, nasıl mücadele etse, nasıl temiz kalmaya çalışsa da işler çığırından çıkıyor. Coen’lerin en iyi filmlerinden biri olan bu film kesinlikle “underrated” bir modern zamanlar başyapıtı.

MARY AND MAX (2009) ADAM ELLIOT
Bu animasyon, sekiz yaşında bir kızla kırklarındaki bir adamın mektup arkadaşlığını anlatıyor. Bir animasyon olarak son derece depresip ve iç karartıcı olan bu film yalnızlığı, iletişim çabasını gri görsellerle çok çarpıcı bir biçimde ele alıyor.

IT’S SUCH A BEAUTIFUL DAY (2012) DON HERTZFELDT
Don Hertzfeldt’in daha önce çektiği ve Bill karakterine sahip üç kısa filminin birleştirilmesinden oluşan bu 62 dakikalık animasyon film hem son derece trajik, hem de bin bir absürdlükle dolu. Bill’in ya da başka karakterlerin asla konuşmadığı film tekdüze bir anlatıcının tuhaf anlatımıyla ilerliyor ve biz de ölümcül bir hastalığa sahip olan Bill’in buruk yaşam öyküsünü dinliyor ve izliyoruz.

THE WOLF OF WALL STREET (2013) MARTIN SCORSESE
Jordan Belfort’un biyografik öyküsü olan bu Scorsese filminde hırs, paragözlük, yozlaşma, kapitalizm, tüketim, aşırılık üzerine hayli gerçek bir portre görmekteyiz.

BIRDMAN (2014) ALEJANDRO GONZALEZ INARRITU
Bir zamanlar hayli popüler olan ama artık yitip gitmeye başlamış, geçmişinde kendisini üne kavuşturan rolünün gölgesinde kalmış, yeni Broadway oyunuyla tutunmaya çalışan bir aktörün öyküsü. Michael Keaton’ın muhteşem performansı etrafında şekillenen film şov dünyasının acımasızlığını, popülerliğin geçiciliğini, saplantılı nostaljiyi, tipik aktör triplerini çok iyi ele alıyor.

WILD TALES (2014) DAMIAN SZIFRON
Kendi içinde altı farklı öykü içeren bu film insanların uç düzeydeki öfkelerini ve bunun yol açtığı sonuçları hem şok edici hem güldürücü bir üslupla ele alıyor.

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder