29 Aralık 2016 Perşembe

NAKED LUNCH (1991) - EMRE KARA

Bill ve kankası olan yaratık

“Naked Lunch” (1991) bir David Cronenberg filmi. Filmi en iyi yönetmeni üzerinden tanımlayabiliriz diye düşündüm. Ama aynı zamanda tuhaf, saykodelik, sürreal, absürd gibi sıfatlarla da tanımlanabilir. Film, hem Beat kuşağının hem de postmodernizmin önemli temsilcilerinden William S. Burroughs’un 1959 tarihli aynı adlı romanından uyarlanıyor. Bu romanı filme aktarmayı birçok kişi düşünüyor ama hiçbiri yapamıyor, çünkü romanın filme dönüştürülmesi imkansız olarak görülüyor, ta ki Cronenberg bu işe soyunana kadar. Cronenberg filmin senaryosunu kendi kaleme alıyor. Ama belirtelim ki film, romanın direk bir adaptasyonu olmaktan çok hem romandan, hem yazarı Burroughs’un kendi yaşamından, hem de Cronenberg’in çılgın vizyonundan elementler içeren bir film. Böyle bir kombinasyon aslında kaçınılmaz gibi çünkü Burroughs’un eserlerinin büyük çoğunluğu hali hazırda yarı-otobiyografik bir özelliğe sahip, bilhassa uyuşturucu bağımlılığının etkilerini taşıyor. “Naked Lunch” da bunun en ünlü örneği.


"Naked Lunch" setinde William S. Burroughs ve David Cronenberg

Filmin konusuna gelelim. Bill, bir böcek imha edici olarak çalışıyor. Karısı Joan ise Bill’in böcek öldürmek için kullandığı toza bir bağımlılık geliştiriyor. Bunu fark eden Bill, Dr. Benway adlı bir adamdan yardım istiyor ve Benway, böcek ilacı bağımlılığını durduracağını söylediği bir toz veriyor Bill’e, ki bu toz egzotik bir siyah kırkayaktan elde ediliyor. Bill tozu alıp eve gidiyor, karısını en yakın iki arkadaşı Hank & Martin ile görüyor. Hem kendisi hem karısı uyuşturucu etkisi altındayken Bill karısına bir silah oyunu oynamayı teklif ediyor. Karısı kafasının üstüne bir bardak koyuyor fakat Bill’in kurşunu sekiyor, bardak sapasağlam! Bu aşamadan itibaren Bill’in yaşamı, algısı ve gerçekliği bambaşka boyutlara evrilirken öykü gittikçe absürdleşiyor. Gerçekle gerçek olmayanın sınırları yitirilirken film kafa karıştırıcı bir yolculuğa sürüklüyor izleyeni.

Şimdi filmi birkaç önemli başlık üzerinden inceleyelim:

FİLM İLE GERÇEK YAŞAM PARALELLİKLERİ
- Film 1953 New York’unda geçiyor, yani Burroughs’un romanı yazdığı seneden birkaç yıl evvel.
- Filmin baş karakterinin adı William (“Bill”) Lee. Peki William S. Burroughs’un bazı eserlerinde kullandığı takma adı? O da William Lee. Dolayısıyla baş karakterimiz yazarın alter egosu gibi.
- 1942’de Burroughs, II. Dünya Savaşı’nda cepheye gitmek için Amerikan ordusuna kaydolmak istiyor fakat ordu tarafından reddediliyor. Bunun üzerine uyuşturucu bağımlılığı başlıyor ve bu durum hayatının geri kalanında onu etkiliyor. Filmdeki Bill de gitgide bir uyuşturucu bağımlılığının içine sürükleniyor.
- 1943’te Burroughs, New York’ta yaşıyorken Allen Ginsberg ve Jack Kerouac ile arkadaş oluyor ve bu üç yazar Beat kuşağının belkemiğini oluşturuyor. 1960’lar karşı-kültürü üzerinde de çok etkili isimler oluyorlar kendileri. Filmdeki Bill de bir yazar ve kendisinin iki adet yazar arkadaşı var: Hank ve Martin. Bu ikili elbette Ginsberg ve Kerouac’ı temsil etmekte.
- 1951’de Burroughs Meksika’dayken bir gün sarhoş haldeki bir silah oyunu esnasında ikinci karısı Joan Vollmer’i kazara öldürüyor. Bu sahne bire bir filmde yer almakta. Filmdeki Bill’in karısının adı da bizzat Joan.
- Burroughs yaşamı boyunca birçok farklı yeri ziyaret ediyor, bunlar arasında Fas da var. Filmde de Bill karakterinin bir aşamada New York’tan Interzone adlı bir Kuzey Afrika bölgesine geçtiğini görüyoruz, Fas’ı anımsatan.
- Burroughs Fas’ta iken Kiki adlı genç bir adamla aşk yaşıyor. Filmde de Bill, Interzone’da Kiki adlı bir adamla ilişkiye giriyor.

BAĞIMLILIK
Yukarıda da belirtildiği gibi filmin öykü iskeleti aslında bağımlılık kavramı üzerine ilerliyor. Önce karısı, sonra Bill’in kendisi bağımlı hale geliyor. Dr. Benway’den yardım alınıyor ama onun verdiği madde de, en az böcek ilacı kadar bağımlılık yapıcı bir madde. Yani problem çözülemiyor, daha da sarpa sarıyor. Bağımlılık, Bill’in karısını öldürmesi şeklinde bir trajedi ile sonuçlanıyor. Filmde gerçekle hayalin sınırlarının yitirildiği sahneler, uyuşturucu etkisi altındaki bulanık bir zihnin halüsinasyonları ve sanrıları olarak yorumlanabilir.

KAFKAESK
Filmin hayli Kafkaesk olduğu söylenebilir. İçinden çıkılmaz bir durumda kalan baş karakterin, çaresizliğiyle ve yaşamın absürdlüğüyle yüzleşmesi. Bill karakteri bir nevi Gregor Samsa gibi. Özellikle “Metamorfoz”a hayli atıf var, filmin böceklerle ve böceğe dönüşen şeylerle dolu olduğunu düşünürsek. Bill karısını böcek ilacı enjekte ederken gördüğünde karısı “Çok edebi bir kafa yapıyor.” diyor. Bill “Ne demek edebi kafa?” diye sorunca karısı “Kafkavari bir kafa. Kendini bir böcek gibi hissediyorsun.” diye cevap veriyor.

INTERZONE
Bill karısını vurduktan sonra gizemli bir “yaratık” tarafından uyarılıyor. Bill’in, karısının ölümü üzerine bir rapor yazması gerekiyor ama bunu Interzone’da yapabilir. Yaratık Bill’e bilet veriyor Interzone için. Bu Interzone gizemli, sıra dışı, egzotik ve dünya dışı görünen bir mekan. Bill’in buraya girişi ile zihninin dağılışı ve parçalanışı hızlanıyor. Interzona’da Tarkovsky’nin “Stalker”ına da bir saygı duruşu var gibi geldi bana. Oradaki gizemli mekanın adı da yalnızca “Zone” olarak geçiyordu ve bu gizemli mekan, içine gireni değiştirip dönüştüren, kendine ait bir bilince sahip bir mekandı.

AMERİKA VS. EGZOTİK DÜNYA
Bill’in Amerika’dan kaçtığını görüyoruz ve gittiği yer, Afrika’daki egzotik bir yer. Bu egzotik yer el değmemişliği, gizemi, keşfi, özgürlüğü, sınırsızlığı temsil ederken Amerika bunların tam tersini ve korkuyu, paranoyayı temsil ediyor. Bill'in Interzone'da tanıştığı Tom Frost bir aşamada Bill’e “Hiçbir Amerikalı yabancı bir ülkede silahsız gezmemeli.” diyor. Bu replik Amerikan paranoyasını ve bireysel silahlanma sevdasını güzelce ele alıyor. Alman Hans da şöyle diyor: “Amerikalılar nasıldır bilirsin, Kiki. Hepsi seyahat etmeyi sever, ama tek yapmak istedikleri, gittikleri yerlerde başka Amerikalılarla tanışmak ve doğru düzgün bir hamburger bulmanın ne kadar zor olduğu hakkında konuşmaktır.” Bill bir yerde Amerika ile ilgili şöyle diyor: “Amerika genç bir toprak değil. Eski ve kirli, kötücül. Yerleşimcilerden de önce, Kızılderililerden de önce kötülük orada, bekliyor.

CİNAYET VE VİCDAN HESAPLAŞMASI
Tom Frost Bill'e “Karınızı öldürdüğünüz doğru mu?” diyor. Bill “Bu bir kazaydı.” deyince Frost “Kaza diye bir şey yoktur.” cevabını veriyor. Sonra da “Ben de birkaç yıldır karımı yavaş yavaş öldürmekteyim.” diyor. Ne tesadüftür ki Frost’un karısı bire bir Joan’a benziyor ve hatta onun adı da Joan!
Bill’in “konuşan” daktilosu da onun vicdanını rahatlatmak için elinden geleni yapıyor. Daktilo, Bill’in, karısını öldürmek üzere “programlanmış” olduğunu söylüyor, "Özgür iradenle yaptığın bir eylem değildi." diyor. Daktilonun bu tesellileri elbette ki Bill’in kendi kendisini teselli çabaları; işlediği cinayeti bir şekilde rasyonalize etme çabası.

KADIN KORKUSU
Daktilosu, Bill'in, karısını öldürmek üzere programlandığını söylediğinde Bill bunun nedenini soruyor, daktilo da Joan'in insan olmadığını söylüyor. Bill bu durumu yaratığa soruyor. Yaratık ise şöyle cevap veriyor. “Kadınlar insan değildir. Şu şekilde bak, onlar erkeklerden farklı bir türdür. Farklı iradeleri ve amaçları ile dünyada bulunan.” Bill “O zaman Joan neydi?” diye sorduğunda yaratık Joan’in insan görünümünde bir kırkayak olduğunu söylüyor.

BASTIRILMIŞ EŞCİNSELLİK
Interzone’da yer alan hemen herkesin eşcinsel ya da biseksüel olduğunu belirtelim. Bill’in “konuşan” daktilosu, “Homoseksüellik, bir ajanın en iyi kılıfıdır.” diyor. Bunun üzerinden çok geçmeden Bill, İsviçreli Cloquet ile tanışıyor. Cloquet bir eşcinsel ve açıkça Bill’e yürüyor. Bir önceki gün Bill’i üç Interzone genciyle birlike gördüğünü söyleyip “Gey olduğunuzu bilmiyordum.” diyor. Bill ise bunun üzerine “sapkınlığın” ailesi üzerindeki bir “lanet” olduğunu, homoseksüel olduğunu fark ettiğinde dehşete düştüğünü, utanç duyduğunu, kendinden nefret ettiğini söylüyor. Bill Cloquet'ye pas vermiyor ama Kiki adlı genç ve yakışıklı bir delikanlıyla bir hayli yakınlaşıyor. Veee sonunda Cloquet, dev bir kırkayağa dönüşerek Kiki’yi cinsel birleşme esnasında öldürüyor! Bu filmin en ürkütücü ve tuhaf sahnesi olabilir.

YAZMA EYLEMİ
Filmin başlarında Bill’in iki arkadaşı, Hank ve Martin, yazarken geri dönüp yazdığın şeyi gözden geçirip değiştirmek ya da her şeyi ilk çıktığı doğal halinde bırakmak ikilemi üzerine tartışıyorlar. Hank şöyle diyor: “Bir şeyi baştan yazmak, aldatmak ve yalan söylemektir. Kendi düşüncelerine ihanet etmiş olursun. Akışı ve ritmi, kelimelerin yuvarlanışını yeniden düşünmek bir ihanettir, bir günahtır Martin, bir günah.” Bill bu tartışmayı bir süre dinledikten sonra müthiş bir nokta koyuyor: "Bütün rasyonel düşünceyi yok et. Benim vardığım tek sonuç bu."
Filmin sonlarında doğru Bill Interzone sahilinde tek başınayken birden arkadaşlar Hank ve Martin çıkıp geliyorlar. Ona “Naked Lunch” adlı kitabını bir an önce tamamlamasını, basılacağını söylüyorlar. Bill'in konuşan daktilosunda sürekli karalayıp durduğu sanrı dolu metinlerin bir kitap olması umuluyor.

ANNEXIA
Filmin sonunda Bill Annexia adlı bir yere geliyor, Joan ile birlikte. Ama sınırdaki muhafızlar Bill’den, yazar olduğunu kanıtlamasını istiyorlar. Bill’in yaptığı şey ise çıkarıp kalemini göstermek. Muhafızlar ikna olmayınca Bill, Joan’e silah oyununu baştan oynamayı teklif ediyor. Tarih tekerrür ediyor, Joan ölüyor, bardak sapasağlam! Bu final birden farklı şekilde yorumlanabilir gibi geldi bana:
- Bill sonunda sanrı ve illüzyon dolu fantezi dünyasından çıkıp salt gerçeklikle yüzleşiyor.
- Bill vicdan hesaplaşmasını tamamlayıp suçuyla yüzleşiyor ve geçmişle barışıyor.
- Bill Interzona'da yaşadığı aydınlatıcı deneyimlerden sonra karısını bir kez daha öldürerek heteronormatif algıyı ve dayattığı aile sistemini, kendi kimliğinden duyduğu utanç ve nefretten kaçış olarak sığındığı evliliği metaforik anlamda yok ediyor.
- Yazarlık, yazma eylemi, bireysel acıyı kağıda dökmek ve okuyucuya "teşhir" etmektir bir nevi. Bill de bu yüzden karısını öldürerek, bireysel acısını teşhir ederek yazarlığını muhafızlara "kanıtlamış" oluyor.
- Ya da yalnızca: Hayatta bazen ikinci bir şans yoktur. Özgür iradenle seçtiğin eylemlerin sorumluluğuna sahipsindir ve sonuçlarına da katlanman gerekir. Vahim bir hatanın ardından ikinci bir şansa sahip olduğun düşüncesi yalnızca bir yanılgıdır. Aynı cinayeti ikinci kez işlediğinde fark edeceksin!

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder