22 Haziran 2022 Çarşamba

CRIMES OF THE FUTURE (2022) - EMRE KARA
















“Crimes of the Future”, beden sineması denince akla ilk gelen isim olan David Cronenberg’in yazıp yönettiği son filmi. Aslında bu film Cronenberg’in 1999’daki “eXistenZ” filminden beri hem korku ve bilimkurgu türlerine hem de beden sinemasına yeniden dönüşünü, bir tür “öze dönüş”ü simgeleyen de bir film. Sırf bu nedenle bile oldukça heyecan verici ve izlenesi. Yakın gelecekteki insan bedenine, bedenin dönüşüm ve değişimine odaklanan filmin temel öyküsü, mutasyonlar geçiren bir bedene sahip Saul (Viggo Mortensen) ile onun partneri Caprice’in (Lea Seydoux) birlikte gerçekleştirdikleri beden şovları üzerine kurulu. Timlin (Kristen Stewart) ve Wippet (Don McKellar), “National Organ Registry” (Ulusal Organ Kaydı) adlı bir hükümet kurumunda çalışan, bedendeki evrimleri ve yeni oluşan organları kayıt altına almaktan sorumlu iki çalışan, ve yolları Saul ile kesişiyor. Lang (Scott Speedman) ise, insan bedeninin evriminin bu yeni aşamasını kucaklayan ve savunan gizli bir grubun lideri niteliğinde bir figür, ve o da kendi amaçları için Saul’le bağlantı kuruyor.

BİR BEDEN FİLMİ

“Crimes of the Future”ın dünyası, insan bedeni üzerinden şekillendirilmiş bir dünya. Bedenlerin tuhaf biçimde evrimleştiği, daha önce var olmayan ve işlevi bilinmeyen yeni organlar üretebildiği, plastik gibi sentetik maddeleri sorunsuz biçimde sindirebildiği, fiziksel acının artık var olmadığı bir dünya. Film bunu, “accelerated evolution syndrome” (ivme kazanmış evrim sendromu) olarak tanımlıyor. Aynı zamanda bedenin teknolojiyle, makinelerle iç içe geçtiği bir dünya görüyoruz: Daha iyi uyumanıza yardım eden teknolojik yataklarla, daha iyi yemenize yardım eden teknolojik sandalyelerle, ameliyat ve otopsi gerçekleştiren uzaktan kumandalı makinelerle dolu bir dünya. Filmin anlatısı, bu yeni bedensel anormalliklerin, teknolojinin de yardımını alarak fetişize edilmesi ve gösteri unsuruna dönüştürülmesi fikri üzerinden şekilleniyor.

BİR ŞOV UNSURU OLARAK BEDEN

Film, bedeni şov dünyasının temel unsuru olarak sunuyor bizlere. Bunun neden böyle olduğunu da bizzat o şovlar üzerinden açıklıyor. Mesela şovlardan birinde “Body is Reality” (Beden Gerçekliktir) sloganı kullanılıyor. Hiçbir şey, insan bedeninin fizikselliği, somutluğu kadar derinden etkilemiyor bizi. Onun içinin açıldığını görmek, içsel gerçekliğine nüfuz etmek, bedenin sırlarına ve sınırlarına tanık olmak, aşkın ve sarsıcı bir deneyime dönüşüyor. Bu deneyimin son derece erotik bir yanı da var elbette: Beden üzerinde gerçekleştirilen bu ekstrem işlemler, kesip biçmeler, erotik biçimde heyecan verici bir doğaya da sahip. Filmdeki Timlin karakterinin dediği gibi, “Surgery is the new sex.” (Ameliyat, yeni seks.) Film zaten şov sahnelerinde cinsel açıdan çok sembolik bir imgelem kullanıyor: Bedenin içine giren fallik objeler, bedende oluşturulan yeni vajinamsı yarıklar, fiziksel acı vermesi gereken kesiklerin orgazmik bir zevkle karşılandığı sahneler…

SANAT-BEDEN İLİŞKİSİ

Film tüm bunlar üzerinden daha genel bir düzlemde sanatın bedenle olan ilişkisini de sorguluyor. Bedene dair ekstem gösterilerden neden zevk alıyoruz? Filmde çeşitli karakterler bu soruya cevaplar sunmaya çalışıyor. Router, “Sanatın yaratılışı çoğu zaman acıyla ilişkilidir.” diyor. Burada kast edilen acı, duygusal olduğu kadar fiziksel de olan bir acı. Caprice, Saul ile gerçekleştirdiği performanslara ilişkin, “Boşluktan anlam yaratıyoruz.” diyor. Kimlikten, kişilikten, ruhtan arındırılmış olan beden, çoğu zaman anlamdan yoksun olarak görülür. Artık yaşamayan birinin bedenine baktığımızda orada bir ‘insan’ değil bir ‘ceset’ görürüz. Bedeni anlamlı kılanın yaşam, düşünme, konuşma gibi ‘insani’ atfettiğimiz şeyler olduğuna inanırız. Caprice ve Saul’ün performansları, belki de ‘salt beden’e yüklediğimiz anlamdan yoksunluğu sorgulamaya açıp, bedenin muhtemel anlamları ve anlamlılığı üzerine düşünmeye sevk ediyor bizi. Bu her ne kadar tekinsiz ve ürkütücü bir yüzleşme bile olsa. Bu yüzden Caprice, “İçerdeki kaosun haritasını çıkarmaktan korkmayalım.” diyor. Kast ettiği kaos, insan bedeninin içindeki, deriyle ve kıyafetlerle gizlenen, açıp bakmaya korktuğumuz o kaos.

BEDENİN EVRİMİ

Film, beden-sanat ilişkisinin yanı sıra, insan bedeninin evrimi üzerine de sorgulamaya itiyor bizi. Bu evrim rastgele bir evrim mi, yoksa düşünen, bilinci olan, anlamlı bir süreç mi? Saul’ün bedeninin ürettiği yeni anormal organlar, işlevleri anlaşılmadan bedeninden kesilip atılıyor. Bu organların bütünüyle gelişmelerine izin verilse yeni işlevleri ortaya çıkabilir mi, ya da kendi içlerinde yeni bir tür sisteme dönüşebilirler mi diye sorguluyor çeşitli karakterler. Adrienne bununla ilişkili olarak Saul’e, “İçsel güzelliğin yaratılışı bir kaza olamaz.” diyor. Lang de bu organların gelişmesine izin verilmesi gerektiğini düşünüyor. Aynı şekilde Lang ve ekibinin plastikleri sindirebilen insanlara dönüşmelerini Lang, insanoğlunun kendi ürettiği endüstriyel atıkları tüketme vaktinin geldiği şeklinde açıklıyor. Başta bir grubun politik aktivizmi şeklinde başlayan bu yeni sindirme biçiminin Lang’in oğlu Brecken’a doğal bir biçimde aktarılabilmiş olması da, insan evriminin sınırlarının ne kadar zorlanabileceği üzerine düşündürüyor.

BEDEN POLİTİKALARI

Film, insan bedeninin yaşadığı evrime yönelik temelde üç farklı bakış açısı sunuyor: Saul ve Caprice, bu evrimi yeni bir tür performans sanatı malzemesi olarak gören, ancak oluşan yeni organları sürekli bedenden ayırarak aynı zamanda evrimi kontrol altında tutup bilindik beden konseptini sürdürmeyi amaçlayan kanat. Timlin, Wippet ve Cope gibi karakterler, bu tekinsiz ve nereye gittiği bilinmeyen evrimi kurumsal olarak gözlemleyen, denetleyen, kayıt altına alan ve kontrolden çıkmasını önlemek isteyen kanat. (Ancak bu karakterlerin, kontrol altına almak istedikleri bu evrime aynı zamanda karşı konulamaz biçimde çekildikleri, onun tarafından büyülendikleri de önemli bir nokta.) Lang ve Adrienne gibi karakterler ise bu evrimin, insan bedeninin yolculuğunun son derece doğal ve kabul edilmesi gereken bir sonraki seviyesi olduğuna inanan, onu tekinsiz bulup reddetmek yerine kucaklayan, muhtemel potansiyelini görmek isteyen, trans-hümanist bir bakış açısına sahip olan kanat. Bu farklı bakış açılarının birlikteliği, insan bedenine ilişkin hükümler vermenin aslında ne kadar kaygan bir zemin olduğu üzerine düşündürüyor bizleri.

CRONENBERG’İN MİRASI

“Crimes of the Future”, usta yönetmen Cronenberg’in filmografisinin de kümülatif bir özeti gibi aynı zamanda. Eski filmlerinin birçoğundan izler bulmak mümkün. Mutasyon geçiren beden teması üzerinden “The Brood” (1979) ya da “The Fly” (1986), beden-teknoloji ilişkisi teması üzerinden “Videodrome” (1983) ya da “eXistenZ” (1999), teknolojik-erotik fetişizasyon teması üzerinden “Crash” (1996) gibi eski filmlerinden parçalar bulmak mümkün bu yeni filmde, hem tematik hem de görsel olarak.

SON SÖZ

Korku ve bilimkurgu türlerini sevenler, özgün bir vizyona sahip orijinal ve sıra dışı filmleri sevenler, beden sinemasını sevenler, Cronenberg’i sevenler bu filmi kesinlikle izlemeli. Realist ve geleneksel anlatıları tercih edenlere, aşırı bilimsellik takıntısı olanlara, görsel olarak bedenin ekstrem sunumlarından rahatsız olanlara fazla gelebilir. Kasvetli sinematografisi, tekinsiz set tasarımları, orijinal sanat yönetimi, gergin Howard Shore müziği ile hayli estetik ve stil sahibi bir film. Sadece alışageldiğimiz ölçülü ve standardize “güzellik” konseptinin dışında kendine ait yeni bir tür estetik; fiziksel, gerçek, vahşi ve rahatsız edici bir tür estetik sunuyor. Viggo Mortensen ile Lea Seydoux arasındaki ilişki erkek-kadın, usta-çırak, hasta-bakıcı, baba-kız, performatif sanatın nesnesi ve sunucusu gibi çeşitli dinamiklere sahip, çok katmanlı bir ilişki, ve iki oyuncu muhteşem bir kimya yakalıyorlar. Yan rollerdeki Kristen Stewart ve Scott Speedman da başarılı performanslarla destekliyor onları. Ben tam anlamıyla gerçek bir Cronenberg filmi izlediğimi, Cronenberg’in zihnini ve dünyasını ne kadar sevdiğimi hatırladım bu filmle. Artık nispeten az film yapan yönetmen, umarım bize böyle filmler sunmaya devam eder. Eğer ki “Crimes of the Future” son filmi olursa da, son derece özgün ve etkileyici bir filmografiye güzel bir son olur.

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder