30 Kasım 2014 Pazar

"LITTLE MISS SUNSHINE" FİLMİNDEN UNUTULMAZ SAHNELER - EMRE KARA

Öncelikle yazının masif spoiler içerdiği konusunda sizi uyarıyoruz ve bu okumaya devam edecekseniz, yan pencerede filmin soundtrack'ine ait şu parçayı açıp öyle başlamanızı tavsiye ediyoruz: http://www.youtube.com/watch?v=30mxglcTSPI

"Little Miss Sunshine" (2006), karı-koca yönetmenler Jonathan Dayton ve Valerie Faris'in ilk uzun metraj filmleriydi. (Sonrasında şimdilik sadece bir filmleri daha var, 2012 yapımı "Ruby Sparks".) "Little Miss Sunshine" bence Amerikan bağımsız sinemasının en iyi örneklerinden biri. Duygusallıkla komediyi çok iyi harmanlayan, zekice ironiyi ve kara mizahı da muhteşem kullanan, bize her biri birbirinden ilginç karakterler sunup bu karakterlerin her birine eşit miktarda odaklanabilmeyi başaran, hem şirin hem gerçekçi olabilen bir film. Başrollerinde anne-baba karakterleri olarak Toni Collette ve Greg Kinnear'a eşlik eden oyuncular da kendi renklerini çok iyi katıyorlar: Komedi türünün en ünlü yüzlerinden Steve Carell, en iyi karakter oyuncularından Alan Arkin, bağımsız filmlerin genç yüzü Paul Dano, sevimlilik abidesi ve inanılmaz yetenekli Abigail Breslin.

Film gözlerimizi dolduran, güldüren, şaşırtan, coşturan birçok sahneye sahip. Bunlardan en unutulmazlarını görsellerle burada derlemek istedim. Görseller, filmin Facebook sayfasından alınmıştır.

Filmin açılış sahnesinde, en büyük hayali "Little Miss Sunshine" olmak olan Olive'i, televizyondaki bir güzellik kraliçesine hayran hayran bakarken ve onu taklit ederken görmekteyiz.


Yemek masasının etrafında gördüğümüz aile bireyleri, film boyunca yaşanacaklara dair ipuçlarını hemen veriyorlar.


Diğer elemanlar masaya toplanmadan önce dayıyla yeğen Dwayne arasında ilginç bir "diyalog" geçiyor.
- Herkesten nefret ediyorum.
- Ailenden bile mi?
- Herkesten nefret ediyorum.


Yemek masasında Olive'in, dayısına neden intihar girişiminde bulunduğunu sorduğu, babanın bu muhabbeti örtbas etmeye çalıştığı, dayının ise son derece sakin bir üslupla durumu anlattığı sahne çok iyi.
- Neden mutsuzdun?
- Bana aşık olmayan birine aşık olmuştum.


- Bir erkek mi? Bir erkeğe mi aşık olmuştun?
- Evet. Hem de çok.
- Bu çok aptalca.


Olive'in, güzellik yarışmasına giderken yolda verilen molada gittikleri restoranda dondurma yiyip yememe ikilemi çok önemli. Babasının, yarışmanın, güzel olmanın, zayıf olmanın, standartlara uymanın, kısacası bir "kız" olmanın kendisi üzerinde yarattığı baskının özeti. Annesi ise tüm bunları yıkıyor kızına söylediği cümleyle:
- Zayıf olmak sorun değil, şişman olmak da sorun değil, eğer olmak istediğin buysa. Sen her ne istiyorsan o olmak sorun değil.


Gece kalınan motelde Olive'in, dedesiyle dans figürlerini yeniden çalıştıkları sahne.
- Kusursuz. Kusursuz. Sen dünya şampiyonu bir kükreyicisin.


Prova sonrası Olive, içinde büyüyen baskıyı deşarj eder dedesine ve çocuk gözleri yaşlanır. Bizimkiler de yaşlanır tabi.
- Büyükbaba, ben güzel miyim?
- Sen dünyanın en güzel kızısın.


- Öylesine söylüyorsun bunu.
- Hayır! Sana deliler gibi aşığım ve bunun sebebi zekan ya da kişiliğin değil.


Olive bir "kaybeden" olmak istemiyor çünkü babası kaybedenlerden nefret ediyor. Büyükbaba ise Olive'i cesaretlendirmek için harika bir aforizma söylüyor: "Gerçek bir kaybeden, kazanamamaktan o kadar korkuyordur ki denemez bile."



Dwayne'in, renk körü olduğunu ve amacına ulaşacağı güne kadar konuşmayı bile reddettiği en büyük hayali olan jet pilotluğuna asla erişemeyeceğini öğrendiği o sahne.
- Dwayne, sanırım renk körü olabilirsin. Eğer renk körüysen, jet uçuramazsın.
- Lanet olsuuuuun! (diye çevirmeyeceğim hayır, onun yerine "Siktiiiiir!)


Ve bazen kelimelerden, tesellilerden çok daha etkilidir sessiz bir sarılış, omza konan masum bir baş.


Her şeye rağmen ailemiz güzellik yarışmasına ulaşır, zar zor da olsa. Koşma vakti!


Yarışmayı Olive'i güçlükle kaydettirmeyi başarırlar başarmasına da, Olive, güzellik yarışması standartlarının oldukça dışında bir kızdır.


Yarışma başladığı esnada, hayal kırıklığına uğramış Dwayne ile dayısının bina dışındaki diyalogları oldukça kaydadeğer. Dayı başta Marcel Proust'tan bahsediyor, yaşarken nasıl kıymetinin bilinmediğinden ama aslında en unutulmaz kitaplardan birini yazmış olduğundan. Ve ekliyor:
"Hayatının sonuna geliyor, geriye bakıyor ve fark ediyor ki acı çektiği bütün o yıllar hayatının en güzel yıllarıymış, çünkü onu şu an olduğu kişiye dönüştürmüşler. Mutlu olduğu yıllar? Bilirsin, tam bir zaman kaybı. Hiçbir şey öğretmemişler ona."


Dwayne de bu sözler üzerine açılıyor ve diyor ki:
"Ne biliyor musun? Güzellik yarışmalarının canı cehenneme. Hayat birbiri ardına gelen güzellik yarışmalarından ibaret zaten. Okul, sonra üniversite, sonra iş, hepsinin canı cehenneme. Ve hava kuvvetleri akademisinin de canı cehenneme. Uçmak istiyorsam uçmanın bir yolunu bulurum. Sevdiğin şeyi yap, ve gerisinin canı cehenneme."


Olive, girdiği garip ortamda kısa bir tereddtütün ardından yine de dedesiyle uzun süre hazırlandığı performansını sunmaya karar verir.


Sunucuyla arasında geçen diyalog da oldukça kayda değer.
- Şovumu, bana hareketlerimi çalıştıran büyükbabama adamak istiyorum.
- Ah, bu çok şeker. Kendisi aramızda mı? Büyükbaban şu an nerede?
- Arabamızın bagajında.

Olive'in hayli çılgın dedesiyle hazırlamış olduğu sahne performansı da oldukça sıradışıdır tabi. Ama bu kimin umurunda! O bu yarışma için binlerce kilometre geldi, o bu yarışmaya katılmayı çok istedi, çok çalıştı, ve onun kendine ait bir tarzı var. Ailesi de başta şaşkın ama her daim onun yanında.


Tabi Olive'in özgünlüğü ve sıradışılığı, standart ve kural manyağı olanları rahatsız ediyor.
- Kızınız ne yapıyor?
- Kıç tekmeliyor. Yaptığı şey bu.


Günün sonunda o aptal yarışmayı kazanmak kimin umrunda? Önemli olan Olive'in kendi şovunu kendi istediği şekilde yapmış olması, ve ailenin her zaman olduğu gibi, her şeye rağmen bir arada olması.


EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder