6 Aralık 2014 Cumartesi

UNDER THE SKIN (2013) - EMRE KARA

“Under the Skin” oldukça “tuhaf” olarak tanımlanabilecek bir film. Ama bu tuhaflık saçma, gereksiz ya da aptalca gözükmekten çok sizi ilk anlardan itibaren içine çeken, gizemli ve orijinal bir tuhaflık. Film mod ve atmosfer oluşturma, muamma sunma, sinematografi ve müzik kullanımı açısından oldukça kayda değer. Orijinal bir fikri özgün ve minimal bir anlatımla sunabiliyor.
















Güzeller güzeli Scarlett Johansson’u, geniş ve konforlu arabasında, sessiz sedasız, donuk ama alttan alta sinsi gibi görünen bir suratla, günün loş ışıklı vakitlerinde gezintiler yaparken görüyoruz. Gözüne kestirdiği erkekleri önce arabasına alıyor, sonra cazibesinin etkisine, sonra ise bu dünyaya ait olmayan ve asla içinden çıkamayacakları bambaşka bir boyuta, karanlık bir hiçliğe. Bu onun görevi ve kendisini yöneten gizli adamlar var. Cazibe ve güzellik onun için yalnızca birer silah. Sahte yakınlık gösterisi ise yalnızca kurbanı ağa düşürecek bir yem. Gerçek bir yakınlaşma yok, sevgi yok, sıcaklık yok. Her şey tamamen profesyonel. Kendi dünyasından bu dünyaya çıkıp gelmesin tek nedeni bu gizli görev.














Ancak bir gün yüzü hayli deforme bir adamı kurban olarak seçiyor.
- Neden geceleri alışveriş yapıyorsun?
- İnsanlar canımı sıkıyor.
- Nasıl?
- Cahiller.
- Hiç birine dokundun mu?
- Hayır.
- Ellerin, soğuk.















Adamın yalnızlığıyla, çekingenliğiyle yüzleşiyor. Aynı zamanda o adamın, deforme olmuş yüzü altında aslında bambaşka biri olduğunu, insanların bunu fark edemediğini kavrıyor. Tıpkı kendisinin de teni altında aslında bambaşka biri oluşu ve insanların bunun da farkında olmayışı gibi. Deforme yüzlü adamı kurban etmeli mi? Oysa bir başka kurban olan sinek cama çarpıp çarpıp duruyor, çıkabilirim umuduyla. Önce zavallı sineğe bakıyor kadın, sonra aynada kendi görüntüsüne. Sonra, muhtemel kurbanını salıveriyor. Daha sonra kadının gizemli patronları tarafından yine yok edilecek olsa bile… Sisler içinde kalıyor kadın, çünkü o kat’i ve kesin vizyonu yavaş yavaş buğulanmaya başlıyor o andan itibaren.
















Ve o an arabasından dışarı çıkıyor. Onu dış dünyadan ve onun gerçekliğinden, insanlardan ve yakınlaşmalardan soyutlayan arabasından çıkıp, onu başka dünyadanmış gibi gösteren abartılı elbiselerinden ve makyajından kurtulup, sıradan bir “insan” gibi davranmaya karar veriyor. Pasta yemek istiyor mesela, ama yapamıyor. Tam yutacakken korkuyla tükürüyor. Ve elbette insanlar tarafından ayıplanıyor. Soğuk havada incecik kıyafetlerle dolaşıyor, deli sanılıyor. Bir adam diyor ki: “Yardıma ihtiyacın var mı?” Sessizlik, tereddüt, korku. Sonra yeniden: “Yardıma ihtiyacın var mı?” O zaman her ne olacaksa olsun. “Evet!”

Aynada çıplak bedenine bakıyor uzun uzun. Lacan’ın “mirror stage” teorisi ile karşılaştırabileceğimiz bu aynaya bakışta kendi varoluşunun, bedeninin, güzelliğinin, kadınlığının farkına varıyor. “His”lerinin farkına varıyor en önemlisi. Adamla yakınlaşmak istiyor. Ama yapamıyor bunu. Bedeni, doğası uygun değil buna. Hislerini ilk defa keşfetmesi ve ilk defa hislerine göre hareket etmek istemesi, hayal kırıklığıyla sonuçlanıyor. Hem zaten yapmaması gerekeni yapıyor, olayı bir “iş”, bir “görev” olmaktan öteye götürüyor, olması gerekenden daha fazla yakınlık istiyor. Birinin “derinin altına” girmesine izin vermek istiyor. Birinin teni aşmasına. Bu iyi hissettirecek hissettirmesine de, kendine biçilmiş olan role uymuyor. Kendini keşfetmeye başlamış olmak, dolayısıyla ona yalnızca korku ve hüsran getiriyor.















Kaçıyor. Ormana kaçıyor. Orman ise keşif yolculuğunun daha karanlık olan yüzünü temsil ediyor. İnsanların ikili doğasıyla tanışıyor orman sayesinde. Adamla yaşadığı ve hoşuna giden yakınlaşmanın zıttı, zorla sahip olmak istiyor ona orman bekçisi. Kadın anlıyor. İnsan hem sevişebilen hem tecavüz edebilen bir canlı. İnsan hem sevebilen, hem yıkabilen bir canlı. İkiliğin hoş olan yüzü bile kadını yeterince korkutmuşken, nahoş yüzü onu dehşete düşürüyor. Kaçmak için elinden geleni yapıyor, ama teni artık kesiklerle dolu. Dış dünyaya karşı savunmasız. Tenin ötesine geçiş ile başlayan yolculuk, tenin yok oluşu ile sonlanıyor. Çıkarıp atıyor teni kadın. Tendeki gözlerle bakışıyor gözleri. Her ikisi de hüzün ve korku dolu. Ölüm dolu. (Akla kazınacak bir görüntü.) Tenin ötesini gören adam ise korkuyor, yakıyor kadını. Kül oluyor kadın, savruluyor gökyüzüne, düşerken kar taneleri yere.













EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder