16 Aralık 2014 Salı

KATLEDİLEN KADINLIK - EMRE KARA

Kadın olmak, bir cinsel kimlik olarak kadınlığa sahip olmak, bir vajinaya sahip olmak cezalandırılabiliyor, bazen dış dünya tarafından, bazen de daha acı olarak kadının kendisi tarafından. Utanılacak, suçlanacak, nefret edilecek bir şeye dönüşebiliyor çünkü kadın olmak. Filmlerde de bu durumu görsellikle sembolikleşmiş şekilde görebiliyoruz. Bu örneklerden en çarpıcı ve ekstrem olanları derlemek istedim.

CRIES & WHISPERS (1972) INGMAR BERGMAN
Bergman'ın en karanlık, en kasvetli filmi addedilebilecek olan bu filmde, 1900'lerin başında, ürkütücü görünen ve kırmızı duvarlarla kaplı bir köşkte ölmek üzere olan bir kadının ve iki kız kardeşinin, gitgide gerilen öyküsünü izliyoruz. Hepsi Bergman'ın favorileri arasında yer alan Harriett Andersson, Liv Ullmann ve Ingrid Thulin'in üç kız kardeşi canlandırdığı film ilerledikçe bastırılmış nefretler, gizli kalmış duygular, korkular, kıskançlıklar, bencillikler, acı itiraflar gün yüzüne çıkıyor bir bir. Kız kardeşlerden Karin'i canlandıran Ingrid Thulin oldukça karanlık ve psikopatolojik bir portre çiziyor. Hayata da, kardeşlerine de, duygulara da, kocasına da, kendisine de yabancılaşmış bir kadın. "İntiharı düşünüyorum. Sık sık düşündüm. Bu iğrenç. Çok küçültücü, ama düşünce hep orada." diyor. Kendisinden de, insanlardan da nefret ediyor. En güzel kardeş olan Maria'ya püskürüyor: "Senden nefret ettiğimin ve o tatsız gülüşünle o aptalca flörtözlüğünü ne kadar saçma bulduğumun farkında mısın? Bunca zaman bir şey söylemeden sana nasıl tahammül edebildim? İçi boş şefkatini ve sahte gülüşlerini görebiliyorum. Birinin benim duyduğum kadar çok nefretle nasıl yaşayabileceğini düşünüyor musun? Rahatlık yok, yardım yok, hiçbir şey yok! Anlıyor musun? Hiçbir şey gözümden kaçamaz, çünkü her şeyi görebilirim!" Karin içindeki nefreti dış dünyaya yansıtıyor ve orada gördüğü her şey de nefret edilesi görünüyor böylece. Karin'in patolojik durumu, bir şarap kadehinin kırık parçalarıyla cinsel organını parçalaması ve kanını, kocasının önünde yüzüne sürmesiyle son seviyeye ulaşıyor. Bunu kocasının karşısında yapıyor oluşu, ona sevgisel ya da cinsel yönden bir çekim duymayışının, aralarındaki ilişkinin soğukluğunun ve samimiyetten yoksunluğunun, Karin'in cinsel yönden kendini bastırmışlığının da öfkeli bir itirafı gibi.
(Bu arada Bergman'in kendi annesinin adı da Karin'miş ve filmlerindeki kadınların hepsi annesinden izler taşıyorlar aslında.)



THE EXORCIST (1973) WILLIAM FRIEDKIN
Tüm zamanların en iyi korku filmlerinden biri olan "The Exorcist"te, küçük bir kızın bedeninin şeytani bir ruh tarafından esir alınışını izliyoruz. Masum küçük kız bedenini gitgide daha grotesk hale getiren ve ona iğrenç eylemler yaptıran, onun kendi kendisine zarar vermesine neden olan ruh, küçük kızın, kendi cinsel organını metal bir haçla parçalamasına neden olmaktan da geri kalmıyor. Bazı kaynaklarda mastürbasyon olarak bahsedilen bu sahne aslında ta bir tecavüz. Kötücül, zorba, maskülen olan ruh, iyi, masum feminenin bedenine tecavüz ediyor.

THE EVIL DEAD (1981) SAM RAIMI
Bir başka kült korku filmi olan "The Evil Dead"de de "The Exorcist"tekine benzer bir sahne görebiliyoruz. Bir grup arkadaşın ormandaki bir kulübede buldukları lanetli bir kitabı açmalarıyla ortaya çıkan kötü ruh, ilk marifetini, gruptan genç bir kıza ağaç dallarının tecavüz etmesi şeklinde gösteriyor.

THE PIANO TEACHER (2001) MICHAEL HANEKE
Isabelle Huppert'in etkileyici oyunculuğu, Haneke'nin rahatsız edici vizyonuyla birleşince ortaya oldukça garip bir film çıkıyor. İyi bir piyano öğretmeni olan Erika Kohut, cinsel yönden mazoşist bir kadın. Orta yaşlarında. Dominant, kontrolcü ve kısıtlayıcı bir karakter olan annesiyle yaşıyor, hatta annesiyle birlikte uyuyor. Annesinin baskısı, kişisel hayatındaki yalnızlığı, yakın ve sıcak ilişkilerden yoksunluğu ve tuhaf cinsel eğilimleri, film boyunca ilginç şeyler yaptırıyor Erika'ya ve bu yaptıkları, onun piyanist ve öğretmen kimliğiyle oldukça net bir zıtlık oluşturuyor, yani Erika'nın gizli, ikincil, "yeraltı" kimliği olarak ön plana çıkıyor. Porno filmler izlemek için seks shop'lara gidiyor, seks yapan çiftleri gizlice izliyor. İşin içine genç ve çekici bir erkek öğrenci girdiğinde ise Erika'nın mazoşist halleri gitgide patolojik bir hal almaya başlıyor, genç Walter'ı korkutacak bir şekilde.
Filmin bir sahnesinde Erika'yı evinin banyosunda cinsel organını bir jiletle parçalarken görüyoruz. Banyoda yaşanan ikincil, gizli kimlik ve mazoşist dışavurum. Banyonun kapısından "Erika, ne yapıyorsun içeride?" şeklinde müdahale eden annenin sesi de sahneyi tamamlıyor.

THE GIRL NEXT DOOR (2007) GREGORY WILSON
Kısmen gerçek bir öyküden uyarlanan bu filmde (Gerçekler büyük ölçüde değişik bu filmde. Gerçeklere daha sadık kalan bir uyarlama olarak "An American Crime"ı ilzyebilirsiniz.) Meg adında genç ve güzel bir kızın, ailesinin bir kazada ölmesinden sonra teyzesi Ruth'un evine taşınmasıyla başlayan korkunç ve trajik öyküsünü izliyoruz. Meg orta yaş bunalımı yaşayan, eşi olmayan ve çocuklarıyla yaşayan bir kadın. Meg'in gençliğini ve güzelliğini aşırı kıskanan, aynı zamanda kendi problemlerini ve bunalımlarını da deşarj edebilecek bir hedef bulmuş olduğunu düşünen Ruth, oğullarının da beynini de yıkayarak Meg'e türlü işkenceler yapıyor. Bunlar arasında oğlunun Meg'e tecavüz etmesine göz yummak da var. Bunu yapmakla kalmayıp, Meg'in cinsel organını bir pürmüzle yakıyor, "onun erkek arzusunu sonsuza dek yok etmek için." Filmde kadına ve kadınlığa yönelik şiddetin temel olarak yine bir kadından gelmesi ve üstelik kendisinin dışarıdan bakıldığında sıradan bir insan olarak görülmesi, etraftaki birçok karakterin de bu işkencelere göz yumuşu, filmi son derece dehşet verici kılıyor.

ANTICHRIST (2009) LARS VON TRIER
Lars von Trier'in hayli tartışmalı ve karanlık olan filminde, Willem Defoe-Charlotte Gainsbourg ikilisinin canlandırdığı bir çiftin, travmatik yakın geçmişi atlatma amaçlı olarak orman içindeki bir kulübeye gitmeleriyle başlayan öykülerini izliyoruz. Bilinçaltını ve onun karanlığını, yabani ve ilkel kimliği, orada bulunan suçluluk ve delilik hislerini ortaya çıkaran ormanda kadın karakterimiz gitgide daha çılgın şeyler yapmaya başlıyor. İkili seks yaparken küçük oğullarının yan odada camdan aşağı sarkıp düşerek ölmesi, kadında ağır bir bunalım ve suçluluk duygusu oluşturuyor. Bu duygu daha sonra ekstremleşip, kadının cinsellikten, kendi kadınlığından ve bedeninden nefret etmesine, kadın olmanın ve kadının arzusunun günah olduğunu düşünmesine kadar varıyor. Kendini cezalandırma ritüeli sonunda cinsel organını bir makasla kesmesine kadar varıyor.

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder