29 Şubat 2016 Pazartesi

2015 OSCAR'LARI - EMRE KARA

Oscar ödüllerinin kazananları, en çok ödül alan filmden başlamak üzere şu şekildeydi:

Mad Max: Fury Road (6) = kostüm tasarımı, kurgu, makyaj ve saç tasarımı, prodüksiyon tasarımı, ses kurgusu, ses miksajı
The Revenant (3) = yönetmen (Alejandro Gonzalez Inarritu), erkek oyuncu (Leonardo Di Caprio), sinematografi (Emmanuel Lubezki)
Spotlight (2) = film, özgün senaryo
Amy (1) = belgesel
Bridge of Spies (1) = yardımcı erkek oyuncu (Mark Rylance)
Ex Machina (1) = görsel efekt
Inside Out (1) = animasyon
Room (1) = kadın oyuncu (Brie Larson)
Son of Saul (1) = yabancı film
Spectre (1) = özgün şarkı (Writing’s on the Wall)
The Big Short (1) = uyarlama senaryo
The Danish Girl (1) = yardımcı kadın oyuncu (Alicia Vikander)
The Hateful Eight (1) = özgün müzik (Ennio Morricone)


Şimdi gelelim bu yılın Oscar'ları üzerine gözlemlerimize:

- “Mad Max: Fury Road” gecenin gizli kazananı oldu. “Gizli” diyorum çünkü Oscar’ın en ünlü ana dallarında ödül almazken tüm teknik dallardaki ödülleri süpürerek 6 Oscar ile gecenin en çok ödül kazanan filmi oldu.
- Leonardo Di Caprio, 5 kez aday olduğu oyunculuk Oscar’ına sonunda kavuştu. Di Caprio’nun ilk adaylığı “What’s Eating Gilbert Grape” (1993) filminde yardımcı en iyi erkek oyuncu kategorisindeydi, sonraki adaylıkları ise “The Aviator” (2004), “Blood Diamond” (2006), “The Wolf of Wall Street” (2013) ve “The Revenant” (2015) filmlerinde en iyi erkek oyuncu dalındaydı ki son adaylığı, ödül getirdi. İsminin açıklanmasının ardından gelen uzun alkışları takiben Di Caprio kabul konuşmasında “The Revenant”taki oyuncu arkadaşı Tom Hardy’ye, yönetmeni Inarritu’ya, sinema sanatı hakkında kendisine çok şey öğrettiğini söylediği Martin Scorsese’ye, ailesine ve arkadaşlarına teşekkür etti. “The Revenant”ın insan-doğa ilişkisini temel alan bir film olduğunu, bizim de doğaya karşı daha saygılı olmamız, onun kıymetini bilmemiz gerektiğini belirtti ve iklim değişikliklerine, doğal dengenin bozuluşuna dikkat çekerek konuşmasını sonlandırdı.
- Alejandro Gonzalez Inarritu, üst üste iki yıl yönetmen dalında Oscar almış oldu. Geçen sene de “Birdman” (2014) filmiyle almıştı aynı ödülü.
- Emmanuel Lubezki, üst üste üç kez sinematografi dalında Oscar almış oldu. Bu üç Oscar “Gravity” (2013), “Birdman” (2014) ve “The Revenant” (2015) filmleriyle geldi.
- Ennio Morricone, sinemanın en efsanevi müzisyenlerinden biri olarak, bu dalda 6 adaylığa sahip ve ödülü bu yıl alabildi. Kendisinin önceki ödülsüz adaylıkları “Days of Heaven” (1978), “The Mission” (1986), “The Untouchables” (1987), “Bugsy” (1991) ve “Malena” (2000) filmleri ileydi. Bu önceki adaylıklarında ödül almasa da akademi 2007 yılında Morricone’ye bir onur Oscar’ı vermişti. Yine de müzik dalında sonunda ödül alabilmiş olması sevindirici.
- Yılın bazı ünlü ve başarılı filmleri, adaylıkları olsa bile geceden ödülsüz ayrıldı. Bunlar arasında yedi adaylığa sahip “The Martian”, altı adaylığa sahip “Carol”, beş adaylığa sahip “Star Wars: The Force Awakens”, üç adaylığa sahip “Brooklyn” ve “Sicario”, iki adaylığa sahip “Steve Jobs” filmleri sayılabilir.
- Alicia Vikander genç bir yetenek olarak parlıyor. (27 yaşında) Kendisini 2015 yılında “Ex Machina”, “The Man from U.N.C.L.E.” ve “The Danish Girl” gibi başarılı filmlerde izledik. Ancak “The Danish Girl” filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu değil de yardımcı kadın oyuncu dalında aday olması tepki de çekmişti biraz. Çünkü rol arkadaşı Eddie Redmayne en iyi erkek oyuncu dalında adaydı ama filmde Vikander’in ekranda görünme oranı Redmayne’inkinden daha fazlaydı. Yapımcılar, ödül kazanmasını daha iyi garantilemek adına yardımcı oyuncu dalında aday göstermeyi tercih etmişler, nitekim bu “kurnazlık” da işe yaramış, fakat Vikander gerçekten beni çok etkilemiş olan bir genç yetenek ve bu İsveç asıllı ablamızın geleceği hayli parlak görünüyor. Aslında yardımcı kadın oyuncu dalındaki adaylar da hayli iddialı adaylardı: Jennifer Jason Leigh, Rooney Mara, Rachel McAdams ve Kate Winslet.
- Bir başka parlayan genç yetenek de Brie Larson, kendisi 26 yaşında. En iyi kadın oyuncu adaylarından üçünün 30 yaş altı olduğunu da belirtelim. Larson’la birlikte Jennifer Lawrence (1990’lı) ve Saoirse Ronan (1994’lü) da adaylar arasındaydı.
- “Mustang” aslında Türkiye’nin Oscar’larda ilk kez baş göstermesi değildi. “Umuda Yolculuk” (1990) (orijinal adı: Reise der Hoffnung) filmi İsviçre, Türkiye, İngiltere ve Fransa ortak yapımı idi ve bu film İsviçre için en iyi yabancı film Oscar’ını almıştı. “Mustang” de ikinci Oscar maceramız oldu. Ödüle Fransa adına aday olmuş olsa da film aslında Fransa, Almanya, Türkiye ve Katar ortak yapımı ve dili Türkçe. Ancak ödülü, Yahudi soykırımı temasını ele alan “Son of Saul”e kaybedeceği biraz aşikardı açıkçası.
- Veee son olarak, bu yıl içerisinde hayatını kaybetmiş olan bazı ünlü sinemacılar: Alan Rickman, Andrzej Zulawski, Chantal Akerman, Christopher Lee, David Bowie, Ettore Scola, Jacques Rivette, James Horner, Leonard Nimoy, Maureen O’Hara, Omar Sharif, Wes Craven ve daha birçokları…

Birkaç Leonardo fotoğrafı ile yazıyı bitirelim:


EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

24 Şubat 2016 Çarşamba

DEADPOOL (2016): YA DA ESASLI BİR METAFİLM - EMRE KARA


Süper kahraman filmi alttüründe gerçek bir çığır açan “Deadpool”un en dikkat çekici ve en güzel yanı büyük ihtimalle tam bir meta-film olması. Süper kahraman filmi klişelerinin zekice parodilerini yapması, idealize ve nihai iyi bir kahraman yerine “Bad ass. Smart ass. Great ass.” sloganıyla tanıtılan bir anti-kahraman içermesi, bu başkarakterimizin sürekli olarak dördüncü duvarı yıkıp seyirciyle konuşması, ve içerdiği gerçekten iyi esprilerinin verdiği ciddiyetten uzak, komik havası filmi son derece orijinal, ayrıksı, tabu yıkan, postmodern bir süper kahraman filmi yapıyor. Film içerisinde bir sürü filme de atıflar barındırıyor ve bunları tespit etmek, filmi izleme deneyimini daha da çekici kılıyor. İşte “Deadpool” içerisinde çeşitli biçimlerde atıfta bulunulan filmler:

THE GODFATHER (1972)
Deadpool, Colossus’la ilgili olarak “Ona reddedemeyeceği bir teklif sunacağım.” diyor. Bu büyük ihtimalle “The Godfather”ın en ünlü repliği.

STAR WARS: THE EMPIRE STRIKES BACK (1980)
Wade ile Vanessa arasında, Luke ve Yoda ile ilgili bir şaka geçiyor.

A NIGHTMARE ON ELM STREET (1984)
Wade’in arkadaşı Weasel, Wade’in yaralanmış yüzüyle ilgili olarak “Yüzün sanki Freddy Krueger’ın topografik bir Utah haritasını becermesinin sonucu gibi görünüyor.” diyor.

COBRA (1986)
Deadpool, filmde sürekli olarak ağzında bir kibritle gezen Angel Dust’a “Büyük bir Stallone hayranı mısın?” diyor. Stallone, “Cobra” filminde sürekli ağzında bir kibritle geziyor.

FERRIS BUELLER’S DAY OFF (1986)
Filmin sonunda jenerik yazılarından sonra gelen sahne, 1986 yapımı bu filmin sonunda yer alan sahnenin bir parodisi.

THE DEAD POOL (1988)
Filmin ve karakterimizin adı, bu filmden alınmış.

ALIEN 3 (1992)
Deadpool, Negasonic Teenage Warhead’e “Yaratık 3’ten Ripley!” diyor. Sigourney Weaver’ın “Alien” serisinde canlandırdığı Ellen Ripley karakterini bu üçüncü filmde saçları kazınmış olarak izliyoruz, tıpkı “Deadpool”daki ergen kızımızın saçları gibi.

AMERICAN BEAUTY (1999)
Filmde yer altı tıp kuruluşu adına Deadpool ile görüşmek üzere gelen adamın verdiği kart üzerinde 555-0199 yazıyor. Bu “American Beauty”de Kevin Spacey’nin oynadığı Lester Burnham’ın iş telefonu numarası. Deadpool sürekli bu adamın bir pedofil olduğunu ima eden cümleler söylüyor. “American Beauty”de de Lester, kendi liseli kızının bir arkadaşına aşık oluyor.

NOTTING HILL (1999)
Deadpool kız arkadaşı ile yüzleşme yaşamadan önce “Ben yalnızca bir kızın önünde duran bir oğlanım.” diyor. “Notting Hill” filminde Julia Roberts bu repliği, cinsiyetlerin yeri değişmiş halde söylüyordu.

THE MATRIX (1999)
Wade, kendisini tıbbi deney teklifi sunmaya gelen adama “Ajan Smith” diye hitap ediyor.

X-MEN (2000)
Bu filmde ve devam filmlerinde Wolverine karakteri olarak gördüğümüz Hugh Jackman’a birden fazla atıf var. Deadpool seyirciyle konuşurken “Biliyorum, muhtemelen kendi filmimi çektirebilmek için kimin taşaklarını okşamak zorunda kaldığımı merak ediyorsunuzdur. Size adını söyleyemem, ama ‘yolveren’le kafiyeli bir kelime.” diyerek Wolverine’i kastediyor. Ayrıca Hugh Jackman’ın yüzü, Deadpool’un bavuluna attığı dergilerden biri üzerinde görülüyor. Filmin sonlarına doğru da Deadpool’un, yüzüne Hugh Jackman’ın yüzünün resmini zımbaladığını görüyoruz. Bu arada “Deadpool”, X-Men evreninde geçen ama Wolverine’in görünmediği ilk film olma özelliğine sahip. Wolverine dışında “X-Men” evrenine bir başka hoş atıf daha var. Filmde Deadpool dışında iki farklı X-Men evreni karakteri görüyoruz ve bununla ilgili olarak Deadpool şöyle diyor: “Burası dev gibi bir ev ama yalnızca ikinizi görüyorum. Sanki stüdyonun daha fazla X-Men için yeterince parası yokmuş gibi.”

BLADE II (2002)
Ajax ve Angel Dust, bastıkları barı terk etmek üzerelerken Weasel onlara “Blade II’nin geceyarısı gösteriminde eğlenceler.” diyor. Bu arada Ryan Reynolds’ın da “Blade: Trinity” (2004) filminde rol aldığını da belirtelim.

DAREDEVIL (2003)
Wade ve arkadaşı, Wade için bir süper kahraman ismi bulmaya çalışırlarken Wade’in önerdiği isimlerden biri “Scaredevil”. Bu, bir başka süper kahraman olan Daredevil’e bir gönderme.

IRON MAN (2008)
Deadpool, filmin sonunda seyircilere “Gözü bantlı bir Samuel L. Jackson mı görmeyi umuyordunuz?” diyor. “Iron Man” filminin sonunda böyle bir görüntü var.

TAKEN (2008)
Deadpool uyandıktan sonra kız arkadaşına kabusunu anlatıyor: “Yine bir Liam Neeson kabusu gördüm. Kızını kaçırıyordum ve bu onun hiç hoşuna gitmiyordu. Bu filmlerden üç tane çektiler. Bir aşamada insan düşünüyor, acaba aslında kötü bir ebeveyn mi diye.” “Taken” filminin 2012 ve 2014 yapımı iki devam filmi var.

X-MEN ORIGINS: WOLVERINE (2009)
Ryan Reynolds bu filmde henüz Deadpool olmamış bir Wade Wilson’ı oynuyor. Bu filmde Wade’in ağzı dikiliyor. Ajax da Deadpool’un sesini kesmek için ağzını dikmeyi düşünüyor ve Deadpool “Bunu yapmak istemezsin.” diyor. Bu ağız dikme sahnesine bir başka referans daha var. Deadpool kendisiyle ilgili olarak “İlk göründüğü filmde lanet ağzını açıklanamaz bir şekilde dikmiş olan stüdyodan çıktı… Ben!” diyor.

127 HOURS (2010)
Kanyondaki bir yarıkta sıkışan bir adamın öyküsünü anlatan “127 Hours” filminin önemli bir sahnesinin benzerini bu filmde de görüyoruz ve sahne başlamadan evvel Deadpool “127 Saat filmini izlemiş miydiniz? Spoiler uyarısı.” diyor.

CAPTAIN AMERICA: THE FIRST AVENGER (2011)
Wade ve arkadaşı, Wade için bir süper kahraman ismi bulmaya çalışırlarken Wade’in önerdiği isimlerden biri “Captain Deadpool”. Sonra fikrini değiştiriyor ve “Tamam, yalnızca Deadpool.” diyor.

GREEN LANTERN (2011)
Bu Ryan Reynolds’ın oynadığı bir başka süper kahraman filmi. Deadpool, kendisini bir süper kahramana dönüştüreceklerini söyleyen adama “Kostümümü yeşil yapmayın, ve animasyon yapmayın.” diyor. Bu, Green Hornet karakterini oynarken giydiği yeşil ve animasyon ürünü olan kostüme gönderme.

X-MEN: DAYS OF FUTURE PAST (2014)
Deadpool filmde Colossus tarafından köprü üzerinde yakalandığında Colossus onu profesör Xavier ile konuşmaya götürmek istiyor. Deadpool da “Hangisi? McAvoy mu Stewart mı? Bu zaman çizelgeleri çok karmaşık olabiliyor.” diyor. James McAvoy ve Patrick Stewart, “X-Men: Days of Future Past”ta X-Men’lerin lideri olan Professor X karakterini farklı zamanlarda canlandırıyorlar.

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

14 Şubat 2016 Pazar

BURUK AŞK ÖYKÜLERİ - EMRE KARA


Sevgililer Günü'nde çiftler mutlu aşk öyküleri, romantik komediler izleyedursun, biz yalnızlar da buruk, acı ve mutsuzluk dolu, hüzünlü, iç ezici aşk filmleri izleyelim ve bu dertlerden uzak olduğumuz için halimize sevinelim. :) İşte sizler için sinemanın çeşitli dönemlerinden 50 buruk aşk öyküsü.

1. Wuthering Heights (1939)

2. Gone with the Wind (1939)

3. Casablanca (1942)

4. Brief Encounter (1945)

5. From Here to Eternity (1953)

6. Hiroshima Mon Amour (1959)

7. The Misfits (1961)

8. West Side Story (1961)

9. Jules and Jim (1962)

10. Doctor Zhivago (1965)

11. Romeo and Juliet (1968)

12. Selvi Boylum Al Yazmalım (1978)

13. Sophie's Choice (1982)

14. A Short Film About Love (1988)

15. Edward Scissorhands (1990)

16. Arizona Dream (1992)

17. Farewell My Concubine (1993)

18. Forrest Gump (1994)

19. The Bridges of Madison County (1995)

20. Breaking the Waves (1996)

21. The English Patient (1996)

22. Titanic (1997)

23. Boys Don't Cry (1999)

24. In the Mood for Love (2000)

25. Malena (2000)

26. Moulin Rouge! (2001)

27. Far from Heaven (2002)

28. Talk to Her (2002)

29. Frida (2002)

30. Cold Mountain (2003)

31. Brokeback Mountain (2005)

32. Memoirs of a Geisha (2005)

33. Match Point (2005)

34. The Painted Veil (2006)

35. Little Children (2006)

36. Atonement (2007)

37. Once (2007)

38. Revolutionary Road (2008)

39. The Curious Case of Benjamin Button (2008)

40. The Reader (2008)

41. Bright Star (2009)

42. Broken Embraces (2009)

43. 500 Days of Summer (2009)

44. Up in the Air (2009)

45. Blue Valentine (2010)

46. Never Let Me Go (2010)

47. Amour (2012)

48. Kelebeğin Rüyası (2013)

49. The Great Gatsby (2013)

50. Her (2013)

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

8 Şubat 2016 Pazartesi

KEMAL SUNAL'SIZ TÜRK SİNEMASI - EMRE KARA


Türk sineması demek büyük ölçüde Kemal Sunal demektir, bunun fazla açıklamaya ya da kanıta ihtiyacı yok sanırım. Charlie Chaplin’in Amerikan sineması için ifade ettiği şeyi Sunal da bizim sinemamız için ifade etmekle kalmaz, bunu aşar da. Çünkü Chaplin en nihayetinde devasa bir sinema geleneğinin komedi kompartımanının sahibi iken Türk sinemasında bu komedi kompartımanı, bütünün çok büyük bir bölümünü oluşturur, bu yüzden de Sunal’ın etkisi türü aşar. Tabi yaratılan bu Şaban miti çeşitli yönetmenlerin elinde onlarca farklı filmde kullanılır, bazı filmlerde benzer öyküler yinelenir, bazı filmlerde iyice absürdlüğe kaçılır, ve başıma bir şey gelmeyecekse itiraf edeyim ki zaman zaman da boku çıkarılır. Fakat buna rağmen sinemamızın en unutulmaz filmlerinin birçoğunda da Kemal Sunal vardır.

Kendisi öncelikle “Tatlı Dillim” (1972), “Canım Kardeşim” (1973), “Oh Olsun” (1973) gibi filmlerde yan rollerde görünerek parlar. Daha sonra Atıf Yılmaz, Engin Orbey, Ertem Eğilmez, Kartal Tibet, Memduh Ün, Natuk Baytan, Osman F. Seden, Zeki Ökten gibi yönetmenlerin filmlerinde birbirlerine aşağı yukarı benzeyen bir “tip” ile var olur. Sunal’ı en unutulmaz kılan filmler ise “Hababam Sınıfı” serisi, “Süt Kardeşler, Tosun Paşa, Şaban Oğlu Şaban” (1976-77) üçlüsü ve “Kibar Feyzo” (1978) gibi komedi efsaneleri olur. Yani 1970’lerin başında başlayan Kemal Sunal efsanesi 70’ler ve 80’ler boyunca zirve yapıp 90’lara kadar uzanır. Kendisinin son filmi, en komediden uzak rolünü oynadığı “Propaganda” (1999) olur.

Peki, bir adam 70’ler ve 80’lere, yani zaten 60’larda gerçek anlamda başlamış olan sinemamızın üçte birine bu kadar hakim olmuşken, 70’ler ve 80’leri ondan ayrı düşünebilir miyiz? Aklıma bu soru geldi ve 70’ler ve 80’lerde yapılmış olan, Kemal Sunal’ı içermeyen kayda değer Türk filmlerini listelemek istedim. İşte bir yanda o efsane tüm hızıyla büyürken diğer yanda ondan ayrı yapılan önemli filmler:

1. Umut (1970) Şerif Gören, Yılmaz Güney

2. Turist Ömer Uzay Yolu’nda (1973) Hulki Saner

3. Ah Nerede (1975) Orhan Aksoy

4. Bizim Aile (1975) Engin Orbey

5. Aile Şerefi (1976) Orhan Aksoy

6. Gülen Gözler (1977) Ertem Eğilmez

7. Neşeli Günler (1978) Orhan Aksoy

8. Selvi Boylum, Al Yazmalım (1978) Atıf Yılmaz

9. Sultan (1978) Kartal Tibet

10. Erkek Güzeli Sefil Bilo (1979) Ertem Eğilmez

11. Sürü (1979) Zeki Ökten

12. Banker Bilo (1980) Ertem Eğilmez

13. Çiçek Abbas (1982) Sinan Çetin

14. Dolap Beygiri (1982) Atıf Yılmaz

15. Yol (1982) Şerif Gören, Yılmaz Güney

16. Duvar (1983) Yılmaz Güney

17. Şalvar Davası (1983) Kartal Tibet

18. Şekerpare (1983) Atıf Yılmaz

19. Çıplak Vatandaş (1985) Başar Sabuncu

20. Namuslu (1985) Ertem Eğilmez

21. Züğürt Ağa (1985) Nesli Çölgeçen

22. Milyarder (1986) Kartal Tibet

23. Anayurt Oteli (1987) Ömer Kavur

24. Uçurtmayı Vurmasınlar (1989) Tunç Başaran

25. Selamsız Bandosu (1987) Nesli Çölgeçen

26. Arabesk (1989) Ertem Eğilmez

27. Muhsin Bey (1987) Yavuz Turgul

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

1 Şubat 2016 Pazartesi

BEAU TRAVAIL (1999) - EMRE KARA


Öykümüz, Afrika’daki Fransız Lejyonu askerlerinin etrafında şekilleniyor. Askerler, Kızıl Deniz’e kıyısı olan bir Afrika ülkesi olan Cibuti’de bulunuyorlar. Ülke 1967’de resmi olarak bir Fransız bölgesi olarak adlandırılıyor, 1977’de de ise bağımsızlığa kavuşuyor. Dolayısıyla öykümüz bu arada bir yerlerde geçmekte. Ülkenin günümüzdeki nüfusu 1 milyonun altında, resmi dilleri Arapça ve Fransızca, nüfusunun % 94’ü Müslüman. Filmin yönetmeni, en önemli kadın yönetmenler arasında adı anılan Claire Denis. Kendisinin, neredeyse tamamen erkeklerden oluşan bir kadroyla hayli maskülen bir öykü anlatmış olması ise kayda değer. Filmin muhteşem görselliği geniş manzaralar, dağlar, çöller ve suların yanı sıra aynı zamanda erkek bedeninin estetize ediliyor olması açısından da hayli takdire şayan. Bunu en son “Magic Mike” filminde görmüştüm ama oradaki adamlar zaten striptizci oldukları için bedenlerinin estetize edilişi öykünün kaçınılmaz bir sonucu oluyordu. :) “Magic Mike”daki teşhirci görselliktense buradaki çok daha sanatsal ve sinematografik.



Filmin öyküsünü bir dış ses anlatıyor ve bu ses, lejyonerler arasında üst düzey bir pozisyonda yer alan Galoup’a (Denis Lavant) ait. Kendisi bu anlatıyı bizlere sunarken, filmin ortalarında bir yerlerde, geride bıraktığı bu yaşantısıyla ilgili olarak şöyle diyor: “Artık onlardan bir eser yok. Artık o dağlar, çöller, hafızama kazınmış bilgilerden ibaret. Bu yolda geçmişe yolculuk ederken o adam olduğuma, o dar görüşlü lejyoner olduğuma çok pişmanım.”

Film elbette ki son derece koloniyal bir altyapıya sahip. İlk sahnesinden görebiliyoruz bunu. Fransız askerler Afrikalı kızlarla dans ediyorlar ve onları öpmeye çalışıyorlar, kolonici ve onu eğlendiren yerel güzeller. (Bu arada bu sahnede Tarkan’ın Şımarık şarkısının çaldığını da belirtelim.) Aynı zamanda lejyon içerisinde yalnızca Fransız askerler yok, yerel Afrikalı askerler de var. Hatta bir sahnede bir Afrikalı asker ağır bir ceza aldığında ve bir başka Afrikalı ona sempati gösterdiğinde, Galoup ona “Sen artık Afrikalı değilsin. Sen bir lejyonersin!” diyor.

Galoup buradaki hayatından memnun çünkü üst düzey bir görevli olarak kendisini önemli, sözü dinlenir bir otorite figürü olarak görüyor. O patriyarkal güç istencini kendince gerçekleştirebilmiş bir adam. Güç hissi hem kendi grubu içerisinde mikro düzeyde var, hem de içinde bulunduğu grubun ülkedeki kolonici rolü üzerinden var oluyor. Ancak Galoup’un bu düzenli dünyası, Sentain (Gregoire Colin) adlı genç bir görevlinin ekibe katılmasıyla bozuluveriyor. Kendisinden daha genç, dinç, güzel, yetenekli bir adam. Ama bunların da ötesinde bir olay var. Sentain, Komutan Bruno Forestier’in (Michel Subor) takdirini kazanıyor. Bir gün eğitimler esnasında kaza yapan bir helikopter suya düşüyor ve Sentain, su içindeki yaralı bir arkadaşının hayatını kurtarıyor. Forestier’den tüm askerler içerisinde takdir görüyor ve bu Galoup’u kıskançlık krizine sokuyor. Bunun başta abartılı bir tepki olduğu düşünülebilir fakat şöyle bakmak lazım: Galoup, hayatını bu lejyonerler ekibinde geçirmiş ve varoluşunu bunun üzerine inşa etmiş bir adam. Dolayısıyla onun hayatındaki yüce ideal bir lejyoner olarak başarılı olabilmek ve üstlerinden takdir görebilmektir. Yıllarını bu işe vermiş bir emektar olarak, bir yeni yetmenin aldığına benzer bir takdir almamış olmak onu çileden çıkarıyor. İçinde büyüyen kötülüğün ise farkında, ama onu kucaklıyor: “Hepimizin içinde bir çöplük vardır. Benim teorim bu.” diyor.

Filmin üç temel karakteri de aslında yersiz yurtsuz ve varlıklarını lejyonerlik üzerinden bulmuş karakterler. Komutan Forestier, tüm askerler için bir baba figürü gibi, ama şefkatli bir babadansa disiplini sağlayıcı, koruyucu, rehberlik edici, mesafeli ve duygusallıktan uzak bir baba. Filmin bir sahnesinde şöyle diyor alaylı bir edayla: “Burada olmamızın sebebi zina ve kan.” Yani Forestier, lejyonerliği idealize edici bir tavra sahip değil. Filmin bir sahnesinde lejyondaki bir Rus askerle konuşuyor ve ona, neden lejyona katıldığını soruyor. Rus asker, Rusya’da iş ve para olmadığını, orada iki yıl boyunca orduda bulunduğunu ve Rusya için savaştığını söylüyor, ve ekliyor: “Bir ideal uğruna savaşmak imkansız. Sürekli değişen bir ideal. Anlıyor musunuz?” Forestier gayet tereddütsüz bir biçimde şöyle cevap veriyor: “Ne ideali?”

Galoup ise kendisini komutanın “çoban köpeği” olarak tanımlıyor, Forestier’in sürüsüne bakıcılık, koruyuculuk yapan. O an kendisinin bir araç, koca sistemdeki bir küçük çarka, duvardaki bir başka tuğla olduğuyla yüzleşiyor belki de. Sentain ise, komutanla diyalogundan öğrendiğimiz üzere doğduğunda anne-babası tarafından atılmış, sonra bulunup büyütülmüş bir çocuk. Sanki kaderi onu kaçınılmaz olarak lejyona sürüklemiş gibi.

Galoup’un Sentain’e olan nefretinin altında homoerotik altmentinler okuyanlar da olmuş ama filmde buna dair görsel ve ya da sözel bir ipucu bulamıyoruz açıkçası, ancak psikanalitik ve filmi aşıcı bir bakışla mümkün hale gelebilir bu tarz bir okuma. Galoup’un, komutanı Forestier’e karşı beslediği homoerotik tutku, Forestier’in Sentain’i takdier etmesi sonucunda Sentain’e yönelik bir nefrete evriliyor olabilir. Ya da belki Galoup Sentain’e karşı bir homoerotik tutkuya sahiptir ve bunu reddedişi ve bastırışı, söz konusu duygunun görünürde nefret ve zarar verme içgüdüsü şeklinde ortaya çıkmasıyla sonuçlanıyordur.



Sebep her ne ise, Galoup’un Sentain’e karşı büyüyen kini, onunla ilgili vahşi hayallerle daha da körükleniyor. Yumruk yumruğa dövüştükleri, herkes izlerken düelloya tutuştukları hayaller. Daha da kötüsü, Galoup’un kini ne zaman artsa, bunu bütün lejyonerler üzerinden çıkarıyor, onlara ağır fiziksel egzersizler yaptırarak. Burada da üstlerin kişisel ihtiraslarının, astlara nasıl çile olarak döndüğünü ve askeri bir sistemde astların bu durumu sorgulamaya hiçbir haklarının olmadığını görüyoruz. Bir gün Sentain’in nöbet arkadaşının nöbet esnasında tuvalete gittiğini gören Galoup bu elemana ağır bir kazı cezası veriyor ve kazmaktan elleri kanayan, ter içinde kalan elemana Sentain su verdiği zaman Galoup çileden çıkıyor. Sentain’in su verme eylemi otoriteye karşı bir isyan, üst’ün verdiği cezaya yapılan bir hafifletiş, üst’ün kestiği ele uzatılan bir el. Devrimsel, anarşist bir eylem yani cezalıya su vermek. Bu yüzden de bu olay, Galoup-Sentain zincirini koparan olay oluyor ve bundan sonrası her iki karakter için de çeşitli biçimlerde yıkıcı olarak sonuçlanıyor. Kıskançlık, ihtiras, güç arzusu, ve en önemlisi varoluşta anlam arayışı ve anlam kaybı, bunun sonucu olarak gelen aidiyetsizlik ve değersizlik hissi, beraberinde trajediyi getiriyor. Trajediden pişmanlık duyuyor mu Galoup? Belki de. “Belki de özgürlük pişmanlıkla başlıyordur. Belki de özgürlük pişmanlıkla başlıyordur. Bunu bir yerde duymuştum.” O zaman dans. Ama yalnız, yapayalnız bir dans. Diğer askerlerle birlikte değil, güzel Afrikalı kızlarla da değil, yalnız. Ama yine de dans. Çünkü bir elinde silah varken kendini öldürmek istediğin, diğer elinin bağlandığı kolda kan damarın atmaya devam etmektedir tüm hızıyla.

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakkı saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)