1 Şubat 2016 Pazartesi

BEAU TRAVAIL (1999) - EMRE KARA


Öykümüz, Afrika’daki Fransız Lejyonu askerlerinin etrafında şekilleniyor. Askerler, Kızıl Deniz’e kıyısı olan bir Afrika ülkesi olan Cibuti’de bulunuyorlar. Ülke 1967’de resmi olarak bir Fransız bölgesi olarak adlandırılıyor, 1977’de de ise bağımsızlığa kavuşuyor. Dolayısıyla öykümüz bu arada bir yerlerde geçmekte. Ülkenin günümüzdeki nüfusu 1 milyonun altında, resmi dilleri Arapça ve Fransızca, nüfusunun % 94’ü Müslüman. Filmin yönetmeni, en önemli kadın yönetmenler arasında adı anılan Claire Denis. Kendisinin, neredeyse tamamen erkeklerden oluşan bir kadroyla hayli maskülen bir öykü anlatmış olması ise kayda değer. Filmin muhteşem görselliği geniş manzaralar, dağlar, çöller ve suların yanı sıra aynı zamanda erkek bedeninin estetize ediliyor olması açısından da hayli takdire şayan. Bunu en son “Magic Mike” filminde görmüştüm ama oradaki adamlar zaten striptizci oldukları için bedenlerinin estetize edilişi öykünün kaçınılmaz bir sonucu oluyordu. :) “Magic Mike”daki teşhirci görselliktense buradaki çok daha sanatsal ve sinematografik.



Filmin öyküsünü bir dış ses anlatıyor ve bu ses, lejyonerler arasında üst düzey bir pozisyonda yer alan Galoup’a (Denis Lavant) ait. Kendisi bu anlatıyı bizlere sunarken, filmin ortalarında bir yerlerde, geride bıraktığı bu yaşantısıyla ilgili olarak şöyle diyor: “Artık onlardan bir eser yok. Artık o dağlar, çöller, hafızama kazınmış bilgilerden ibaret. Bu yolda geçmişe yolculuk ederken o adam olduğuma, o dar görüşlü lejyoner olduğuma çok pişmanım.”

Film elbette ki son derece koloniyal bir altyapıya sahip. İlk sahnesinden görebiliyoruz bunu. Fransız askerler Afrikalı kızlarla dans ediyorlar ve onları öpmeye çalışıyorlar, kolonici ve onu eğlendiren yerel güzeller. (Bu arada bu sahnede Tarkan’ın Şımarık şarkısının çaldığını da belirtelim.) Aynı zamanda lejyon içerisinde yalnızca Fransız askerler yok, yerel Afrikalı askerler de var. Hatta bir sahnede bir Afrikalı asker ağır bir ceza aldığında ve bir başka Afrikalı ona sempati gösterdiğinde, Galoup ona “Sen artık Afrikalı değilsin. Sen bir lejyonersin!” diyor.

Galoup buradaki hayatından memnun çünkü üst düzey bir görevli olarak kendisini önemli, sözü dinlenir bir otorite figürü olarak görüyor. O patriyarkal güç istencini kendince gerçekleştirebilmiş bir adam. Güç hissi hem kendi grubu içerisinde mikro düzeyde var, hem de içinde bulunduğu grubun ülkedeki kolonici rolü üzerinden var oluyor. Ancak Galoup’un bu düzenli dünyası, Sentain (Gregoire Colin) adlı genç bir görevlinin ekibe katılmasıyla bozuluveriyor. Kendisinden daha genç, dinç, güzel, yetenekli bir adam. Ama bunların da ötesinde bir olay var. Sentain, Komutan Bruno Forestier’in (Michel Subor) takdirini kazanıyor. Bir gün eğitimler esnasında kaza yapan bir helikopter suya düşüyor ve Sentain, su içindeki yaralı bir arkadaşının hayatını kurtarıyor. Forestier’den tüm askerler içerisinde takdir görüyor ve bu Galoup’u kıskançlık krizine sokuyor. Bunun başta abartılı bir tepki olduğu düşünülebilir fakat şöyle bakmak lazım: Galoup, hayatını bu lejyonerler ekibinde geçirmiş ve varoluşunu bunun üzerine inşa etmiş bir adam. Dolayısıyla onun hayatındaki yüce ideal bir lejyoner olarak başarılı olabilmek ve üstlerinden takdir görebilmektir. Yıllarını bu işe vermiş bir emektar olarak, bir yeni yetmenin aldığına benzer bir takdir almamış olmak onu çileden çıkarıyor. İçinde büyüyen kötülüğün ise farkında, ama onu kucaklıyor: “Hepimizin içinde bir çöplük vardır. Benim teorim bu.” diyor.

Filmin üç temel karakteri de aslında yersiz yurtsuz ve varlıklarını lejyonerlik üzerinden bulmuş karakterler. Komutan Forestier, tüm askerler için bir baba figürü gibi, ama şefkatli bir babadansa disiplini sağlayıcı, koruyucu, rehberlik edici, mesafeli ve duygusallıktan uzak bir baba. Filmin bir sahnesinde şöyle diyor alaylı bir edayla: “Burada olmamızın sebebi zina ve kan.” Yani Forestier, lejyonerliği idealize edici bir tavra sahip değil. Filmin bir sahnesinde lejyondaki bir Rus askerle konuşuyor ve ona, neden lejyona katıldığını soruyor. Rus asker, Rusya’da iş ve para olmadığını, orada iki yıl boyunca orduda bulunduğunu ve Rusya için savaştığını söylüyor, ve ekliyor: “Bir ideal uğruna savaşmak imkansız. Sürekli değişen bir ideal. Anlıyor musunuz?” Forestier gayet tereddütsüz bir biçimde şöyle cevap veriyor: “Ne ideali?”

Galoup ise kendisini komutanın “çoban köpeği” olarak tanımlıyor, Forestier’in sürüsüne bakıcılık, koruyuculuk yapan. O an kendisinin bir araç, koca sistemdeki bir küçük çarka, duvardaki bir başka tuğla olduğuyla yüzleşiyor belki de. Sentain ise, komutanla diyalogundan öğrendiğimiz üzere doğduğunda anne-babası tarafından atılmış, sonra bulunup büyütülmüş bir çocuk. Sanki kaderi onu kaçınılmaz olarak lejyona sürüklemiş gibi.

Galoup’un Sentain’e olan nefretinin altında homoerotik altmentinler okuyanlar da olmuş ama filmde buna dair görsel ve ya da sözel bir ipucu bulamıyoruz açıkçası, ancak psikanalitik ve filmi aşıcı bir bakışla mümkün hale gelebilir bu tarz bir okuma. Galoup’un, komutanı Forestier’e karşı beslediği homoerotik tutku, Forestier’in Sentain’i takdier etmesi sonucunda Sentain’e yönelik bir nefrete evriliyor olabilir. Ya da belki Galoup Sentain’e karşı bir homoerotik tutkuya sahiptir ve bunu reddedişi ve bastırışı, söz konusu duygunun görünürde nefret ve zarar verme içgüdüsü şeklinde ortaya çıkmasıyla sonuçlanıyordur.



Sebep her ne ise, Galoup’un Sentain’e karşı büyüyen kini, onunla ilgili vahşi hayallerle daha da körükleniyor. Yumruk yumruğa dövüştükleri, herkes izlerken düelloya tutuştukları hayaller. Daha da kötüsü, Galoup’un kini ne zaman artsa, bunu bütün lejyonerler üzerinden çıkarıyor, onlara ağır fiziksel egzersizler yaptırarak. Burada da üstlerin kişisel ihtiraslarının, astlara nasıl çile olarak döndüğünü ve askeri bir sistemde astların bu durumu sorgulamaya hiçbir haklarının olmadığını görüyoruz. Bir gün Sentain’in nöbet arkadaşının nöbet esnasında tuvalete gittiğini gören Galoup bu elemana ağır bir kazı cezası veriyor ve kazmaktan elleri kanayan, ter içinde kalan elemana Sentain su verdiği zaman Galoup çileden çıkıyor. Sentain’in su verme eylemi otoriteye karşı bir isyan, üst’ün verdiği cezaya yapılan bir hafifletiş, üst’ün kestiği ele uzatılan bir el. Devrimsel, anarşist bir eylem yani cezalıya su vermek. Bu yüzden de bu olay, Galoup-Sentain zincirini koparan olay oluyor ve bundan sonrası her iki karakter için de çeşitli biçimlerde yıkıcı olarak sonuçlanıyor. Kıskançlık, ihtiras, güç arzusu, ve en önemlisi varoluşta anlam arayışı ve anlam kaybı, bunun sonucu olarak gelen aidiyetsizlik ve değersizlik hissi, beraberinde trajediyi getiriyor. Trajediden pişmanlık duyuyor mu Galoup? Belki de. “Belki de özgürlük pişmanlıkla başlıyordur. Belki de özgürlük pişmanlıkla başlıyordur. Bunu bir yerde duymuştum.” O zaman dans. Ama yalnız, yapayalnız bir dans. Diğer askerlerle birlikte değil, güzel Afrikalı kızlarla da değil, yalnız. Ama yine de dans. Çünkü bir elinde silah varken kendini öldürmek istediğin, diğer elinin bağlandığı kolda kan damarın atmaya devam etmektedir tüm hızıyla.

EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakkı saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder