“The Shape of Water” (2017), usta yönetmen Guillermo del Toro’nun son filmi. Gizli bir hükümet araştırma merkezinde temizlikçi olarak çalışan bir kadın ile yine bu merkezde tutulan bir sualtı yaratığı arasında gelişen ilişkiyi ele alıyor. Yönetmeni del Toro’ya Altın Küre kazandıran, Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan kazanan bu güzel filmi bazı açılardan ele alalım.
TÜRSEL KOMBİNASYONLAR
Film birçok sinemasal türü güzelce kombine ediyor. 1960’larde geçtiği için retro bir havası var. Bir su altı yaratığını içerdiği için fantastik bir film, hatta bazı az sayıda kanlı sahnesinde korku türüne de selam çakıyor. Yaratığı yok etmek isteyenlerle kurtarmak isteyenler arasında çekişmeli, komplolu, planlı bir olay örgüsü içerdiği için macera ve gerilim dolu sahneleri hayli fazla. Tüm bunların ötesinde hayli dramatik ve orijinal bir aşk öyküsü.
TARİHSEL ALTYAPI
Film 1960’ların başlarının Amerika’sında geçiyor ve o dönemin tarihsel ve sosyal gerçekliklerini ustaca öykünün içine dâhil ediyor: Amerika-Rusya arasındaki soğuk savaş, bu soğuk savaşın etkisiyle iki ülkenin bilimsel gelişme ve ilerleme alanlarında yaptıkları rekabet, Amerika’da siyahilere karşı ırkçılık gibi. Ayrıca belirtmeliyiz ki dönemin müzikleri de filme enfes bir biçimde yerleştirilmiş. (Filmin en iyi müzik dalında da Altın Küre kazandığını ekleyelim.)
İLHAM KAYNAKLARI & TASARIM SÜRECİ
Filmin masalsı bir yapısı var ve özellikle de “Güzel ve Çirkin” masalına bazı temel benzerlikler içermekte. Filmdeki yaratığın tasarımında “Creature from the Black Lagoon” (1954) filmindeki yaratıktan görsel olarak hayli esinlenilmiş. Yaratığın tasarımı dokuz ayı aşkın bir zaman almış ve yönetmen del Toro, bu filmin üzerinde çalıştığı en zor film olduğunu belirtmiş. Yaratığı canlandıran Doug Jones’un her gün yaratığa dönüşmek için üç saatlik bir süreçten geçmesi gerekmiş.
ÖTEKİLİK
Film ötekiliği temel bir tema olarak ele alıyor. Filmin ana karakterlerinin hemen hepsi şu ya da bu şekilde birer öteki. Esas kızımız Elisa dilsiz bir kadın. Ayrıca bebekken bulunmuş olan bir yetim. En yakın iş arkadaşı Zelda, 60’lar Amerika’sında siyahî bir kadın. Yan kapı komşusu Giles gey bir adam. Dr. Robert Hoffstetler Amerikalılar arasında çalışan bir Rus ajanı. Ama aynı zamanda Rus ekibi içerisinde de bir öteki. Gerek Amerikalılar gerek Ruslar yaratığı çeşitli amaçlarla yok etmeye çalışırlarken Dr. Robert onu anlamaya, çözümlemeye, bunun için de hayatta tutmaya çalışan bir bilim adamı. Tüm bu karakterlerin ötesinde elbette ki sualtı yaratığımız filmin en “öteki” karakteri. İnsanların acımasız dünyasında yakalanan, tutsak edilen, işkence gören başka bir tür yaratık. Her biri birer öteki olan bu karakterlerin karşısına ötekiyi dışlayan, sömürmeye ya da yok etmeye çalışan kötü karakterimiz Richard Strickland yerleştirilmiş. İlginçtir ki kendisi öteki olmayan her özelliğe sahip: beyaz, erkek, tipik Amerikan aile babası, güç sahibi. Bir sahnede Richard Zelda ile konuşurken “Tanrı insanlara benzer, sana ve bana, ama sanırım daha çok bana.” diyor mesela.
İLETİŞİM
Film, iletişim temasına da önem veriyor. Özellikle farklı olanlar arasındaki iletişim ya da bunun yokluğu. İletişimsizlik birçok sahnede mevcut: Mesela siyahî bir çift bir kafede oturmak istediklerinde beyaz garson onları hemen dışarı çıkarıyor. Zelda, sürekli olarak kocasının kendisini hiç anlamadığından yakınıyor. Giles cinsel kimliğini özgürce ifade edemediği için yalnız kalmış bir adam. Richard’ın da idealize edilen Amerikan banliyo ailesi yaşamının altında gizli olan bir öfke, sıkılmışlık ve nefret sezilebiliyor. Tüm bu iletişimsizlik ağı karşısında çok hoş iletişim örnekleri de var. Elisa ile Zelda, işçi sınıfına ait iki kadın olarak çok iyi bir iletişime ve dayanışmaya sahipler. Elisa ile Giles’ın komşuluk ilişkileri de çok şeker. Ama bunların da üstünde, Elisa ile yaratık muhteşem bir iletişim kurabiliyorlar. Üstelik bunun için dile ve kelimelere dahi ihtiyaç duymuyorlar. Yumurtalar, nesneler, el hareketleri ve dokunuşlar üzerinden kurulan bir iletişim bu. Daha saf ve yalın.
Bu masalsı, iç ısıtan güzel filmi en yakın zamanda izleyin derim. Oscar’larda da ses getirebilecek bir potansiyele sahip olduğunu ekleyelim. Muhteşem masallar anlatmakta usta olan Guillermo del Toro’ya da bir kez daha teşekkür edelim.
EMRE KARA
Tüm yazılarımın tüm hakları saklıdır. Kalbimde ve zihnimde. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder